Önümdeki istatistiği okurken 40 yıl öncesine gittim.
12 Eylül askeri darbesinden bir süre sonra amcamlar bizim “tayin”, başkalarının “sürgün” dediği bir sebeple İstanbul’a taşınmak zorunda kalmıştı.
Taşınırken de eşyalarının bir kısmını evlerinin önündeki 10-15 metrekarelik tahta kulübeyle birlikte bize bırakmak zorunda kalmışlardı.
Kulübeyi bizim yaşadığımız evin önüne getirdik ve heyecanla içindekilerin ne olduğuna bakmaya başladık.
Öncelikle arı kovanlarıyla karşılaştık. Bir arı babamı sokup anafilaktik şoka sokana kadar amcamın arıları hayatımızın bir parçası olmuştu.
Kovanların önündeki bir karton kutudaysa kuzenlerimizin okuyup bize bıraktığı kitaplar vardı. Bir hazine bulmuş gibi sevinmiştim.
Dedemin 12 Eylül askeri darbesinden birkaç hafta önce evimizin altından akan çaya döktüğü kitaplardan bu yana bu kadar çok kitabı bir arada görmemiştim.
Nihat Behrengi’yle, Rıfat Ilgaz’la, Aziz Nesin’le, Maksim Gorki’yle o gün tanışmıştım. Kışları tek soba olduğundan hep birlikte yaşadığımız tek göz odada kahkahalar atarak Aziz Nesin okuduğum günleri dün gibi anımsıyorum.
Kulübenin bize asıl sürprizi bisiklet olmuştu.
Selesinde yaslanacak yer olan, ortasında vites bulunan Chopper bir bisikletti.
Öğretmen çocuğu olduğumuz halde ne üç ne de iki tekerlekli bisikletimiz olmuştu ama şans yüzümüze gülmüş, bisiklet bulamazken, birdenbire en iyi markalardan birine sahip olmuştuk.
Oysa daha birkaç ay önce babamın önünde “atı mı istersin bisikleti mi” diye soran bir mutemete “at” yanıtını vererek çocuk aklımla bize bisiklet alamayan babamı rahatlatmaya çalışmıştım.

Biraz eskimişti, lastikleri sık sık patlıyordu, zinciri atıyordu ama harman yerinde (yüz metre sürüp, dönemeyince de ot yığınına çarpa çarpa) onun sayesinde öğrenmiştik bisiklet sürmeyi.
Durun daha bitmedi.
Kulübeden çıkanlar arasında kuzenimin mavi masif ahşaptan yapılmış, altı çelik şiş olan kızağıyla, Öğretmen Okulu’nun marangozhanesinde yapılmış el yapımı patenleri de vardı.
O patenlerle buzun üzerinde durmayı öğrenmek hayli zor olmuştu ama mavi kızağımız menziliyle hızıyla küçük kasabamızın efsane kızaklarından biriydi.
***
Şimdi diyeceksiniz ki “Bu nasıl bir istatistik ki insanı böyle zamanda yolculuğa çıkarıyor?”
Arz edeyim:
TÜİK’in 2024 yılına ait çocuk verileri istatistiği.
Grafikte de ayrıntıları var ama ben yine de özetleyeyim. Türkiye’de 2024 itibariyle 21 milyon 817 bin 61 çocuk yaşıyor. Bu çocuklardan,
- 7,8 milyonu hayatında bisiklete binmemiş, ya da parklarda paten sürmemiş.

- 7 milyon 39 bini açlık çekiyormuş.
- 6,7 milyonu günde bir öğün et, tavuk, balık ve yumurta yiyemiyormuş.
- 7,8 milyonu hayatında bisiklete binmemiş, parklarda paten sürmemiş.
- 2,5 milyonu bir çift ayakkabı, üstüne giyeceği yeni bir kıyafeti alamıyormuş.
- 7 milyonu doğum günü arkadaş buluşması nedir bilmiyormuş.
- 5,5 milyonunun oyuncağı dahi yokmuş.
- 4 milyonu kitap okumuyormuş.
- 14 milyonu kültürel sanatsal etkinliklerde ve spor olanaklarından yoksunmuş
- 11 milyonu tatil hayali dahi kuramıyormuş.
***
Gördünüz mü 40 yıl önce biz çocuklar da erişemiyorduk kitaplara, patenlere, bisiklete... Ancak bizimki yoksulluk kadar yoksunluktandı...
Ülkenin koşulları da kötüydü ve bazen zenginler de erişemiyordu.
Şimdi Milattan Sonra 2025 yılındayız ve aynı coğrafyada çocuklar yine yoksul. Bu defa bisiklet de var kitap da var paten de var ama onlara yoksulluk nedeniyle erişim yok...
Zira ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 30’u yoksul.
Çocuk yoksulluğu ise daha fazla: Yüzde 35,3.
Hatta çocuk yoksulluğunda OECD devletleri arasında ikinci sıradayız. Bir tek Kosta Rika’yı geçebilmişiz.
İktidar ara sıra rakamları 2002’yle karşılaştırıyor ya...
Alın ben size 1980’lerle karşılaştırdım.
O gün de yoksul çocuklar ülkesiydik. Bugün de yoksul çocuklar ülkesiyiz. Bu topraklarda hala yatağa aç giren çocuklar yaşıyor (Ben söylemiyorum TÜİK söylüyor).
24 yıllık AK Parti hükümetleri bu konuda da bir arpa boyu yol alamamış.
***
Türkiye’nin gerçek gündemi bu olmalı.
Artık havanda su dövmeyi, yapay gündemlerle oyalanmayı bırakıp çocuklarımız, gençlerimiz için daha yaşanabilir bir ülke için kafa yormamız gerekiyor.
Yoksa iş işten geçecek, gelecek nesilleri kaybedeceğiz.