Orta Çağ Avrupası’nda cadılık suçlamasıyla aşağı yukarı 9 milyon kadının cadılık suçlamasıyla öldürüldüğü tahmin ediliyor. Beyaz TV’de eskiden Ela Rumeysa Cebeci’nin sunduğu programı izlerken aklıma geldi.
***
Eski ekrandaşı ile ilgili Sevilay Yılman şöyle bir cümle kurdu: “Ela olmuş bela.” Yılman soruşturmayı yakında takip eden isimlerden. Detayları aktarırken Ela Rumeysa’nın pek çok futbol kulübünün yöneticisi ile irtibatı ya da münasebeti neyse artık, olduğu için ifadeye çağırılacağını söyledi.
***
Konuyu çok daha geniş işleyen A Haber ekranında ise daha da başka detaylar vardı. Sabah Gazetesi Haber Koordinatörü Abdurrahman Şimşek’in edindiği bilgiye göre Cebeci, birlikte olduğu herkesi fotoğrafını ve videosunu çekmiş bunları saklamış. İş insanları, yargı mensupları ve bürokratları kayıt altına almış. Büyük bir arşivi olduğu iddia ediliyormuş. Sık sık ABD’ye gidiyormuş ve ABD’ye gittiğinde telefonunu boşaltıyormuş. Şimşek, “Burada bir istihbarat aklı olduğundan eminim” diyor. Hatta “Mossad Rus istihbaratı bu yöntemleri çok kullanır” diye de ekliyor.
İnsan “Ne Ela Rumeysa’ymış” demeden de edemiyor.
Dönelim en başa. Orta Çağ hristiyan dünyasında milyonlarca kadının öldürülmesine yol açanlardan biri de bir filozof. Hippo’lu Saint Augustine. Çağdaşı pek çok teolog gibi, ahlak, objektif gerçeklik gibi konular üzerine çok kafa yoruyor.
***
Ahlak Hz. Havva ve Hz. Adem’in cennetten kovulması üzerine diyor ki, “Aldatılan kadın oldu, erkek değil; ve kadın, erkek için günahın sebebi haline geldi.” Kadın bedeni ve günahın taşıyıcılığı üzerine çok kafa yoruyor; yazıyor çiziyor.
Augustine için kadın günahın faili değil, ama günahın taşıyıcısı. Şeytan doğrudan erkeğe değil, kadına dokunur; kadın ise bu teması erkeğe aktarır. Böylece kadın bedeni, iradenin zayıfladığı, günahın dolaşıma girdiği bir geçiş alanı haline gelir. Cadı figürü tam da bu noktada ortaya çıkar: Doğaüstü bir kötülüğün değil, kontrol edilemeyen bir bedenin ve bastırılamayan bir bilginin adı olarak. Cadı avları da işte, büyüyü değil bu taşıyıcılığı hedef aldı; ateşe verilen şey şeytan değil, kadının bedeni ve hafızası oldu.
Diyeceksiniz ki “Ne cadısı, ne alakası var.” Ne alakası var ben de inanın bilmiyorum. İnsanlık olarak toplumsal bir hafıza ve tarihten gelen bir belleğin taşıyıcıları olduğumuzu biliyorum. Bazen yüzyıllar geçse de, pek de fazla bir şey değişmiyor diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
***
Ela Rumeysa Cebeci suçlu mu suçsuz mu bilmiyorum. Eğer ülkenin de güvenliğini tehlikeye atacak bir kumpas ağı varsa elbette bunun ortaya çıkarılması en büyük dileğim.
Ancak olayların ve gelişmelerin ele alınış biçimine baktığımda, çok güzel bir kadın olan Ela Rumeysa Cebeci üzerinden gerçek, söylenti ve temenni zaman zaman karışmakta, bunu görebiliyorum. Eril dile çok yatkın medyanın en çok Ela Rumeysa Cebeci ile ilgili detayları işlemeyi sevdiğini anlıyorum. Ela Rumeysa’nın bir merak ve arzu objesi haline getirilirken, bir taraftan da türlü kötülük eylemiş bir figür olarak anlatılıyor. “Neymiş bu Ela Rumeysa, arkadaş!” diyorum.