Heykeller bile evine döner
Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un heykeli, 65 yıl sonra ülkesine döndü. Heykel, 1960’larda kaçırılıp ABD’ye götürülmüştü. Kültür Bakanı Nuri Ersoy, “Filozof İmparator Marcus Aurelius’u ait olduğu topraklara geri getirdik” dedi.
Bir heykelin ülkesine dönmesini sağlayan hukuka, demokrasiye, insanlığa hayran kaldım. Yani, heykel bile olsan bir gün ülkene, yuvana dönebiliyorsun. Heykel bile olsan bir vatanın olduğuna hükmedilebiliyor.
Bazen medeniyet dediğimiz o şey, bir anda karşımıza çıkıp bizi şok edebiliyor.
Birdenbire aklıma ülke topraklarından siyasi nedenlerle sökülüp atılan binlerce mülteci geldi. Birçoğunun cenazeleri bile ülkesine zorlukla dönebildi.
Malum, bu topraklar metanetlidir. Acılı, öfkeli ve yaralıdır. Bu ülkede yaşayanların hayatlarında biraz geriye gitsen, karşına göçmenlik, ayrılık, mültecilik çıkar.
KARŞI YAKA MEMLEKET
Vatan hasretiyle yanıp tutuşan Nazım Hikmet bile Marcus Aurelius’un heykeline kısmet olan “hakkını teslim etme ayrıcalığına” sahip olamadı. Onun acısından, özleminden geriye “Karşı yaka memleket, Varna’dan sesleniyorum, Memed Memed” kaldı.
1980’de ülkeyi terk etmek zorunda kalanların büyük bir bölümü vatan hasretiyle gözlerini yumdu. Her yaz Midilli’ye gelip rakı içerken Türk kıyılarına bakıp hasret giderenlerin özlemi, umudu kursaklarında kaldı.
Şanslı olan küçük bir grup bin bir güçlükle ülkesine dönmeyi başardı.
Cem Karaca, annesinin büyük çabalarından sonra Türkiye’ye ayak bastıktan sonra ödül kazanmış gibi “döndüm işte” demişti. Zülfü Livaneli, büyük sıkıntılardan sonra dönmeyi başarabilenlerdendi.Gezi olaylarından sonra yurt dışına çıkmak zorunda kalanlar da aynı akıbeti yaşıyor. Sürgünde memleket hasretiyle yanıp tutuşuyorlar.
Kimi gönderilip cezalandırılırken, mahsur bırakılıp cezalandırılanları da unutmamak lazım. Ruhi Su, Hasan Hüseyin Korkmazgil gibi Türk edebiyatının değerli isimlerine tedavi olmak için yurt dışına çıkış izni verilmedi. Vatanlarında ölesiye mahsur kaldılar.
ÇETELESİ TUTULMADI
Gelenlerin öyküleri mi, yoksa gidenlerin hikayeleri mi daha dramatiktir, bilinmez. Hatta gelenler mi daha fazla, yoksa ülkeyi terk edenler mi? O da bilinmez.
Sanırım çetelesini tutmuş değiliz.
Bizim göçmenlik, mültecilik hikayelerimiz henüz gün yüzüne çıkmadı. Aile sırlarımız olarak kaldı. Bazıları kulaktan kulağa fısıldandı. Bazılarını herkes bildiğini sanır. Ama bilmedikleri, yüzleşmedikleri kısmı çok daha dramatiktir.
Sanki bir yıkıcı iklim, bu ülkenin suyuna, toprağına işledi. Bu yüzden olsa gerek, evine dönebilen Aurelius’un heykeli bana olağanüstü bir olay gibi göründü.
Marcus Aurelius evine dönebiliyor, ancak Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık dönemiyordu. Cezaevinde durumu her geçen gün kötüleşen kanser hastası Çalık, ikinci kez tetkik için hastaneye sevk edildi. Oğul özlemiyle yanıp tutuşan anne, ona ancak hastane penceresinden el sallayabiliyor.
Ablası Sema Koçhan, “Vicdan diyoruz, merhamet diyoruz” diye sesleniyor.
Heykele açılan kapı Çalık’a kapalı. O evine dönemez. Heykeli ABD’den getirebiliyoruz, ama bir kanser hastasının cezaevinden çıkıp evine gitmesine izin veremiyoruz.
Bu topraklarda yaşayanların mülteciliği, eve dönme özlemi hiç bitmedi. Yine de heykeller bile bir gün evine dönebiliyorsa umut vardır, dünyayı umut ayakta tutar. Aurelius gibi, Murat Çalık da evine döner…