Yastık değişir kader değişmez
Yastık değişir, kader değişmez” derler... Ne yaşadığımızı, ne yaşayacağımızı bundan daha iyi özleyebilecek bir söz var mı?
Yıllar geçip gitti, hesaplar değişmedi. Ne yeni Türkiye’de ne de eski Türkiye’de yoksulların payına düşen hiç değişmedi.
Hep “Bir evim bir arabam olsun” diye krizler, kaoslar arasında yola çıktık. Düşe kalka bir işli, bir işsiz yıllar geçirdik. Şanslı olanlar, o “bir ev bir araba” hayalini ucundan yakaladı. Ama milyonlar onun yanına bile yanaşamadı. Her nesil bir sonrakine “Emekliliği garantile, hastalığı var sağlığı var” diye öğütler verdi. Birçokları için o bile erişilemez oldu.
Fazlası mı? O bizim semtimize bile uğramadı. Biz “Çok şükür, buna da şükür” diyerek büyüdük. Payımıza ne düşerse o kaderdi.
Koltuğa oturmak isteyen siyasetçiler, pembe tablolar çizdi, hepimizi vaatlere boğdu. Mahalleye gelecek yeni otobüs seferlerine, yakında temeli atılacak metro inşaatına, oturduğumuz yerden geçecek yola bakıp oy verdik. Onları “O yola alt geçit yapacaklarmış”, “Şuraya üst geçit yapılacakmış” diye iktidara taşıdık.
HAYALLERİMİZ DE KÜÇÜKTÜ
Sandıklar toparlandığında yeni krizlere, yeni kaoslara sürüklendik. Dedim ya, yastık değişir kader değişmez.
Yıllar sonra dönüp koskoca bir ömre sığdırdığımız bu hayata baktığımızda, onunla yüzleşemez olduk. Nesiller boyunca “Zor günlerdi, buna da şükür” diye havlu attık.
Mesela 68 kuşağı, dünyadaki gençlik isyanı ile birlikte alev alıp, her tür gericiliğe “dur” demek için yollara döküldü. Özgürlük, demokrasi, adalet, eşitlik bize erişilmez hayaller gibi göründü.
Hemen onun arkasından ağır bir darbe aldık. 1980’li yılların karanlık günlerinin içinde kaybolduk. Dünyadan izole edilmiş, “Türkiyem Türkiyem cennetim, benim eşsiz milletim” şarkılarıyla sıkıştırıldığımız cenderenin arasında büyüdük. Döviz kıtlığı yıllarında kahveyi bile lüks sayan hayatlar yaşadık.
Sonra, Turgut Özal bize “Türk kahvesi içebileceksiniz” dedi. Oyları ona bastık. Dedim ya, bizim hayallerimiz küçüktür. O kuşak da yine işsiz, yine küçücük maaşlara mahkum “bir ev, bir araba” hayallerini de alıp sahneden çekilip gitti.
Arkasından, 1990’ları içine alıp yutan krizler kuşağı geldi. Bu kez Tansu Çiller, çıktı sahneye... “İki anahtar” salladı bize... Gönlümüzü kazandı haliyle. Tabii bu da yetti ipi göğüslemesine. O da “iyi performans” gösterdi doğrusu. İktidar koltuğuna oturduktan sonra bizi hiper enflasyon, krizler, siyasi cinayetler, kaos ve kargaşa dolu günlere sürükledi. “Beyaz toroslar” girdi hayatımıza... İki anahtarı unuttuk, can derdine düştük. 2000’li yıllara kadar bir krizden diğerine sürüklenip durduk. 2001 kriziyle nihai darbeyi de yiyip en ağır bedelleri ödemeye mahkum edildik.
YAKAMIZI KURTARAMADIK
2002’den itibaren de 23 yıla yayılan Tayyip Erdoğan devri başlamış oldu. Bu sefer de “Avrupa Birliği’nin kapılarını açacak” diye bir ham hayaller peşine düştük. Ama gelin görün ki; bırakın Avrupa Birliği’ni, bir modaya, bir furyaya dönüşen “Avrupa” isimli o sitelerin birine bile giremedik. Koskoca bir nesil, Yeni Türkiye, Büyük Türkiye hayalleri ile büyüdü. Beklentiler ve umutlarla başlayan bu yolculuk da diğerleri gibi büyük bir hüsrana dönüştü. Özellikle 2008’den sonrası tam travma oldu. Bütün bir ülke elindekini de kaybetmemek için çırpınıp durdu. Bizi teğet geçen, bize bodoslama dalan krizlerden yakamızı kurtaramadık. Elimizde avucumuzda ne varsa yitirdik.
Netameli bir coğrafyada tıkanıp kaldık. Yine tüm dünyadan koptuk. Şunca yıl, milyonları hakkından azına razı etmek için her yolu denediler. Her iktidar, “Yaşanan şoklar geçici, önümüzdeki aylarda normalleşme sağlanacak” deyip durdu. Nesiller böyle böyle gelip geçti tarih sahnesinden. Ama son nesil çok daha zor bir sınavdan geçiyor.