Fenerbahçe, Ferencvaros’un karşısında sahadaydı ama aklı çoktan başka bir yere göç etmişti. Sanki takımın bedeni Kadıköy'deki çimlerdeydi, ruhu ve dikkati, 1 Aralık akşamının o yüksek tansiyonlu derbisinde dolaşıyordu. Bu ülkede derbi haftaları yalnızca bir maçın değil, koca bir ruh halinin habercisidir. İnsan nasıl büyük bir sınav öncesi elindeki işe tam odaklanamazsa, Fenerbahçe de o psikolojiyle sahadaydı.

Eksikler öylesine fazlaydı ki Tedesco, mecbur kaldığı rotasyonu yeni bir kapı gibi araladı. O kapıdan içeri ilk adımı atan Yiğit Efe Demir oldu. Fenerbahçe formasıyla çıktığı bu ilk maç, genç oyuncunun potansiyelini duyuran bir selam niteliğindeydi. Hava toplarındaki hakimiyeti, ileride adından söz edilirken ilk hatırlanacak yönü olacak gibi. Ayağı temiz, pası güven veriyor. Biraz daha çabukluk, biraz daha çeviklik ekledi mi, Süper Lig’de pek çok takımın ihtiyacı olacak kalibreye ulaşması an meselesi.

♦♦♦♦♦

Ferencvaros ise düşük bütçesi ve sınırlı kadrosuna rağmen Avrupa Ligi’nde ayakta kalmayı başaran ender takımlardan.

Teknik kaliteyi, fizik güç ve inatçı bir mücadeleyle dengelemeyi öğrenmişler. Robbie Keane’in İrlanda’dan İngiltere’ye uzanan yardımcı antrenörlük tecrübeleri, Maccabi Tel Aviv’deki başarılı denemesiyle birleşince ortaya sakin ama ne yaptığını bilen bir teknik adam profili çıkmış. Avrupa futbolunda yeni sayılır, fakat oyunu okuma biçimi hiç acemi değil.

♦♦♦♦♦

Yine de Fenerbahçe’nin sahaya sürdüğü kadro kağıt üzerinde bu maçı rahat kazanabilecek güçteydi.

İlk yarıda oyunun ipleri tamamen sarı lacivertlilerin elindeydi. Fakat sezon boyunca ortalarda görünmeyen Oğuz Aydın’ın gölgede kalışı ve En Nesyri’nin ön alan presi dışında hemen hiçbir sorumluluğunu üstlenmemesi, hücumun ritmini bozdu.

İlk yarının son anlarında yaşanan dalgınlık ise Ferencvaros’a iki kez direği yoklama fırsatı verdi. Bazen bir anlık boşluk, bütün planın dengesini bozar.

♦♦♦♦♦

Bu cesaret kırıntısı, Macar ekibini ikinci yarıya daha diri başlattı. Sanki Fenerbahçeli oyuncuların bir kısmının aklının Galatasaray derbisinde olduğunu sezmiş gibiydiler. İlk on dakikadaki baskılarının meyvesini de kendi en güçlü silahlarıyla, bir duran top golüyle aldılar.

Fenerbahçe ise maçta ilk kez topu olması gerektiği gibi dolaştırdığı bir hücum setiyle nefes aldı.

Talisca’nın golü, oyunu yeniden eşitledi. Hemen ardından Dorgeles Nene’nin direkten dönen şutu, topun da bazen kaderle inatlaştığını hatırlattı. Sarı lacivertliler gruptan çıkmayı neredeyse garantilemiş olsa da, bu beraberlik ilk sekiz hedefini biraz bulandırdı.

Fakat bu kadar eksik içinde ve camianın gözü kulağı derbiye çevrilmişken bu sonuç çok da kıyamet sayılmaz.

♦♦♦♦♦

Son dakikalarda tribünlerde açılan Galatasaray pankartı, aslında herkesin aklının nerede olduğunu açıkça gösterdi.

Yönetimden futbolcuya, malzemeciden taraftara kadar tüm kulüp, pazartesi akşamının hesabını çoktan tutmaya başlamış. Aynı psikoloji Galatasaray cephesinde de vardı ki, onlar da USG maçında benzer bir konsantrasyon kaybıyla tatsız bir yenilgi aldı.

Dilerim pazartesi günü, iki takımın da Avrupa maçlarını bu derece kenara itmesine değecek bir derbi izleriz.

Futbolun konuşulduğu, Türkiye’nin yıllardır biriktirdiği o derbi heyecanını taşıyan, sahada sözü topun söyleyeceği bir gece.