Rize’nin futbola bakışı, bu ülkenin insanının hayata tutunuşuna benzer. Dağın yamacına kurulmuş bir şehrin inadını, yağmurun altında bile yılmayan bir halkın sabrını taşır. Büyük küçük takım fark etmez. Sahadaki isim değişir, kenardaki hoca değişir ama Rize’nin futbola aç yüreği hiç susmaz. Her maç neredeyse dolan o stadı görürsünüz ve anlarsınız ki Rize’de top, yalnız yuvarlak bir nesne değil. Bir umut, bir kaçış, bir ortak dil.

Ancak, ne İlhan Palut’un ne de o mavi yeşil tribünlerin, liderle farkı bire indirmiş Fenerbahçe karşısında 15 dakikada iki gol bulmayı beklemesi normal olmazdı.

En güvenilir sandığın, bir gün seni yarı yolda bırakır. Fred’in faul almak isterken kaptırdığı top da böyle bir hikayenin başlangıç cümlesi oldu. Fred kaptırdığı topun peşinden gitmek yerine, kendini yere bırakmayı huy edindi. Ne zaman takımı yakacak diye merakla bekliyorduk. Ali Sowe'un golünden önce de aynı şeyi yaptı. Serbest vuruştan gelen ikinci gol ise hakemin 'eliyle' açılmış bir sayfa gibiydi.

♦♦♦♦♦

Fenerbahçe kötü oynamıyordu. Hatta kötünün yanından bile geçmiyordu. Yine de 2 golü kendi kalesinde gördü ama oyundan düşmedi.

Bir insanın başı derde girdiğinde gözünün kararması vardır ya, işte ilk yarının sonunda yaşadıkları panik buna benziyordu. Fenerbahçe ilk yarı bitmeden farkı azaltabilir, hatta beraberliği bulabilirdi. Ama sakin kalmayı beceremediler.

Soyunma odasında nefesler düzeldi, nabız normale döndü. Ardından Fred’in denediği üçüncü şut kaderin kapısını araladı. Kalecinin sektirdiği topu Asensio tamamladı.

Dört dakika sonra Nene’nin savunmadan seken ortası, tesadüfle süslenerek Talisca’nın kafasına kondu ve maç yepyeni bir sese büründü. Şans bu kez Fenerbahçe’nin kapısında nöbet tutuyordu. İki golde de talih Fenerbahçe'den yana olsa da, 'kader gayrete aşıktır' diye boşuna dememişler.

♦♦♦♦♦

Tedesco’nun ikinci yarıya değişiklik yapmadan başlaması, kaybetmek üzere olduğun savaş alanına aynı askerlerle dönmek gibiydi. Cesaret ister.

Eğer skor dönmese tüm oklar ona çevrilecekti. Ama oyuncularının 2-0'dan sonra bile gösterdiği gayrete ve planına sadık kaldı. Oyundan çıkarmaya hazırlandığı Fred’in eşitlik ateşini yakan isim oluşu da, gökten düşen bir işaret gibiydi.

Rizespor aslında, Asensio’nun farkı bire indiren golünden sonra çözülmeye başladı. Ardından gelen kırmızı kart, ipleri tamamen rakibine verdi. İlhan Palut’un yıllardır büyük maçlarda oyunu okuma sıkıntısı yine karşısına dikildi. Ya yardım almıyor ya da yanında yardım edecek ses yok.

♦♦♦♦♦

Asensio’nun kalite damlayan ikinci golü, sonra En Nesyri ile Brown’un attıkları goller... Fenerbahçe maçı çoktan almıştı. İlk 15 dakika dışında oyuna giren çıkan herkes, sanki aynı hikayenin devamını yazan kalemler gibiydi. Derbi öncesi hem öz güven hem ritim tazelendi.

Ama gecenin üç yıldızı vardı. Kerem, Asensio ve Nene. Kerem Aktürkoğlu istatistik kağıdına yazılamadı belki ama üç golün de gizli mimarıydı. Asensio her dokunuşunda ne kadar özel bir oyuncu olduğunu anlattı. Henüz 22 yaşındaki Nene'nin geliştirmesi gereken çok şey var. Ama ne kadar önemli bir potansiyel olduğunu, öz güveni arttıkça nasıl bir cevhere dönüşebileceğini fısıldamaya devam ediyor.

♦♦♦♦♦

Tedesco yönetimindeki Fenerbahçe, uzun zamandır aradığı otomatikleşmeye giderek yaklaşıyor.

Oyuncular birbirine alıştıkça pasın ritmi hızlandı. Ritmi hızlanan bir takım, rakiplerini şaşırtmaya başlar.

Anadolu’nun eski bir sözü vardır; akışa kapılan suyun önünde durulmaz. Fenerbahçe’nin ilerleyişi de böyle bir akışa benzemeye başladı.

♦♦♦♦♦

Galatasaray derbisinde olası bir yenilgi sezonu bitirmez. Bir galibiyet de Fenerbahçe'yi şampiyon yapmaz.

Ama son haftalardaki güçlü oyun ve futbolcuların istekli tavrı, hem tribüne yeniden şampiyonluk kokusu taşır hem de son yıllarda Galatasaray'ın derbilerde kurduğu üstünlüğü tersine çevirir.

Aslında Fenerbahçe’nin en çok ihtiyaç duyduğu şey tam olarak bu. Yeniden inanmak. Yeniden ayağa kalkmak. Yeniden kendine güvenmek.