Maçın önemi büyüktü. Üst üste 4 galibiyet, iç sahada hiç kaybetmemek, Şampiyonlar Ligi’nde yola devam, kalan 3 zor maça daha rahat çıkmak demekti. Ama bu kritik eşik, eşine az rastlanır bir sürece denk geldi. Takımın neredeyse yarısı yoktu. Sahaya çıkan kadro için “İyi 11” denebilirdi ama Osimhen başta olmak üzere kilit isimlerin yokluğu nedeniyle takımın düzeni bozulmuştu.
Futbolun klişeleşmiş şu deyimi akıllara geldi: Başladığından çok bitirdiğin 11 önemlidir. Okan hoca, başladığıyla bitirmek zorundaydı! Bu nedenle sahadakilerin akıllı ve kontrollü olması gerekiyordu. Topa sahip olmak yerine topu rakibe bırakmak sanki daha doğru bir seçenek gibiydi. Duran toplar her zamankinden daha önemliydi. Ama olmadı, yapamadı Galatasaray.
Bu ve benzeri durumlarda galibiyet için bir kıvılcıma, bir anahtara ihtiyaç duyulur. Sezonun en formsuz ismi Sara’nın direkten dönen topu (Dk.27) bu açıdan önemliydi ama gerisi gelmedi. Galatasaray, düzen dışı oynadığı için çok top kaybı yaptı; özellikle de kendi silahı olan ön alan baskısıyla, hücuma çıkarken… İlk isabet Barış’ın 41’deki etkisiz kafasıydı.
İkinci devre yeni bir şokla başladı. Jakobs sakatlanıp çıktı, Arda girdi; Sallai sol beke, Sanchez sağ beke geçti. Düzen iyice bozuldu. Ve bir kötü senaryo daha gerçekleşti. Golü 57’de Union Saint-Gilloise attı. Tersi olsa skoru korumak daha kolaydı; 0-1’den maçı çevirmek bu şartlarda çok zordu. Öyle de oldu. Zayıf Belçikalı rakip, yaralı Aslan’ın üstüne gitmek yerine skoru korumak için geriye yaslanmayı tercih etti. Galatasaray yüklendi ama iç sahadaki 33 maçlık yenilmezlik serisi son buldu.