Hayat su gibi akıp geçiyor. Dışarıdayken öyle. Muhtemelen içerideyken değil. İranlı bir siyasi tutuklunun mektubunu okumuştum. ‘Cezaevinde bazı tutsaklar bol bol uyuyor’ diye anlatıyordu. Zaman bir an önce geçsin diye insanlar uyuyorlar. Uyurken rüyalar aleminde cezaevinde olduğunu unutuyor, cezaevinden mental olarak çıkabiliyor insanlar. Mektubu yazan tutuklu ise şöyle diyordu: “Ben buradayken zaman mümkün olduğu kadar yavaş geçsin istiyorum. Çünkü cezaevi benden çalınan hayatım, zamanım; hayatım geçip gitsin istemiyorum…”

Boş koltuktan Peter Paul Kalesi’ne - Resim : 1

Trotsky’nin geçen yüzyıla ait ikonik fotoğrafını görünce pek çoğunuz anımsar. Bu fotoğraf Trotsky’den çok Çarlık Rusya’sının fotoğrafıdır. Burası Peter Paul Kalesi. Kaledeki hücrelerden birinde Trotsky muhtemelen hücresindeki tek sandalyede oturuyor.

Peter Paul Kalesi, Rus Çarı Büyük Petro zamanında İsveç’le savaş için yapılmış. Sonra cezaevine dönüştürülmüş. Çarlık Rusya’sı büyüyen sorunları çözememeye başlayınca her şeyi cezaevine dönüştürmeye başlamıştı. Bu tarihi yapı da nasibini aldı.

Peter Paul Kalesi’nde Zemstvo hareketi sonrasında 1905 devrimi esnasında entelektüeller, öğrenciler, siyasetçiler tutuldu. Aşağı yukarı burada yatmayan kalmadı.

***

Fatih Altaylı’nın Silivri’den yazdığı mektuplar boş koltuk görüntüsünün üzerine okunurken, aklıma Dostoyevski’nin Peter Paul Kalesi’ndeyken yazdığı “Ölüler Evinden Notlar” kitabı aklıma geldi. Dostoyevski burada geçen zamanını şöyle tarif ediyor:

“Hapishanemiz, kalenin surlarının hemen arkasında yer alıyordu. Parmaklıkların arasından dışarıya, Tanrı’nın dünyasından küçük bir parça görebilme umuduyla baktığımda, yalnızca daracık bir gökyüzü şeridi, yabani otlarla örtülmüş yüksek bir toprak yığını ve üzerinde nöbet tutan askerleri görürdüm. Ve o an anlardım ki, yıllar geçecek, ben hâlâ aynı aralıktan aynı gökyüzüne bakıyor olacağım… Bazen kendi kendime ‘ölüler evi burası’ derdim. Özellikle akşamüstü, avlunun taş basamaklarında durup, işten dönen mahkûmları seyrederken. Bazılarının yüzü asık olurdu; bazılarınınki ise tuhaf bir neşeyle parıldardı. Ama hepsi de içi boş bir alışkanlığın, ruhsuz bir tekrarın içinde kaybolmuş gibiydi. Yaşamak değil de sürmekti bu: düşmeden, ama demlenmeden, günün içinde gölgelenmek.”

Gorki, Bakunin, Turgenev… Hepsi Peter Paul Kalesi’nden geçen isimler. Kaderin cilvesine bakın ki onları cezaevine atanlar değil, cezaevinden yazanlar hatırlanıyor.