İstanbul, 6.2’lik depremle sarsıldı. Arkasından artçı depremler fırtınasına tutulduk. Geceyi çadırlarda, apartmanların altına çekilen otomobillerde geçirdik. Hepimiz, beklenen o büyük felaketin gelip gelmediğini anlamaya çalıştık. Bugüne kadar defalarca yaşadığımız o vahim tablo yine karşımıza çıktı.
1999 depreminden sonra, Özel İletişim Vergisi adı altında, deprem vergisi toplamaya başladılar. 26 yılda 145 milyar lira toplandı. Hazine’nin kasasına giren para yaklaşık 40 milyar doları buluyor. Bu paralar deprem dışında her şey için kullanıldı.
AYNI ŞEYLERİ YAŞIYORUZ
O paralarla, bütçe açığını finanse ettiler. Duble yollara, garantili projelere harcadılar. Paralarımız, daha fazla kâr, daha fazla rant için bizden bir şeyler tırtıklayıp duran, doymaz müteahhitlere, arsız patronlara, hortumlamaya doymayan iktidarlara gitti.
Bütün o yıllar boyunca, rant uğruna İstanbul’u teslim aldılar. Kâr hırsı ile kuşattılar, beton yığınına çevirdiler. Uydu görüntülerine bakın, bir karış yeşil alan görürseniz bilin ki orası mezarlıktır…
Toplanan bunca paraya rağmen, 23 yıllık AKP iktidarı döneminde, büyük İstanbul depremi için tek bir çivi bile çakılmadı.
Herkesin hemfikir olduğu tek bir konu var. Büyük İstanbul depremi için, geri sayım çoktan başladı. Başımızı giyotine uzattık çaresizce bekliyoruz.
Biz sıradan İstanbullular ise, her sarsıntıdan sonra aynı şeyleri yaşıyoruz:
- Çuvalla para döküp satın aldığımız evin bir tabuta dönüşmesinden korkarak yaşıyoruz. Her sarsıntıda aynı çaresizlikle “Acaba müteahhit bizim evi nasıl yaptı” diye soruyoruz.
- Fay hattını zimmetine geçirmiş gibi bilirkişi kesilenlere kulak verip, kaygı, endişe ve korku ile akıbetimizi öğrenmeye çabalıyoruz.
- “Deprem vergisi diye topladıkları paralar nereye gitti” diye cevapsız sorular soruyoruz.
- Taşınacak, şehri terk edecek, tedbir alacak birkaç kuruşumuzun olmamasına hayıflanıyoruz.
- Kartlar çalışmazsa diye cebimize biraz nakit para koyamamanın acısını yaşıyoruz.
- Çocuklarımız okula gittiğinde, derme çatma kulübeden hallice yapılardan, “Sağ salim bize dönebilecekler mi” diye korkuyoruz.
- İş yeri denilen, ilk sarsıntıda tepemize çökecek köhne barakalara girip, hayatı her gün yeniden, var etmek için çabalıyoruz.
- Akşamları, iş yerinden çok daha köhne evlerimize döndüğümüzde, olabilecekleri düşünmekten korkarak, başımızı yastığa koyuyoruz.
- Betona para yatıran yabancılara, ulufe gibi vatandaşlık dağıtıp, bizi ev alamaz hale getirenleri bilip susuyoruz.
- “7.5 şiddetinde deprem olmuş, yıkılan bina yok” diye başka ülkelerdeki depremleri izleyip, kendi kaderimize hayıflanıyoruz.
KAMPANYA DÜZENLERLER
Ne olacak biliyor musunuz? Bu devran böyle sürerse, bir gün o büyük felaket yaşandığında, Hatay’da, Maraş’ta olduğu gibi enkaz altında kalacağız. Yardım eli uzatacak kimseyi bulamayacağız. Ola ki sağ kaldık, başımızı sokacağımız çadırları bile satın almak zorunda kalacağız.
Arkasından “Biz bu felaketi milletçe el ele verip atlatırız” nutukları çekecekler. SMS kampanyası düzenleyip yardım toplayacaklar…
“Haydi Türkiyem” diye büyük bir kampanya organize etmeyi ihmal etmeyecekler. Sonra o kampanyaya katkılarından dolayı şehri betona boğan müteahhitlere plaket verecekler.
İstanbul’a ihanet ettiler…