Hangi kapıya koşsak kilitli, bir karabasanın içine sıkışıp kaldık. Sanki bir labirentin en kuytu noktasındayız, çıkış arıyoruz. Otobüste, metroda, minibüste suratlarımızdan düşen bin parça. Hiçbir konuda müşterek olamayan bizler, Yeni Türkiye sayesinde, mutsuzlukta birleşiverdik. “Nasılsın” diye soranlara yalandan “İyiyim” bile diyemez hale geldik. Kelimeler, dilimize dolaşıyor... Toplum olarak depresyondayız, tedaviye muhtacız. Oysa, TÜİK’in hülleli anketlerine göre, mutluluktan uçan bir ülkeyiz.

Geçim derdi, her zaman yaşadığımız ağır bir travmaydı, taşımakta zorlanırdık. Şimdilerde bir de üstümüze “çaresizlik” yapıştı.

Ülkenin ağır gündemi hepimizi eziyor. O nasıl ufkunu yitirmiş, belirsizlikte sürüklenen bir gemiye dönüştüyse, içindeki yolcular da aynı akıbeti paylaşıyor. “Çok şükür” demeyi seven bir millettik ama, artık şükredemez hale geldik.

Sanki, her gün yeni bir çaresizliğe uyanmak kaderimiz oldu.

YÜK AĞIR GELİYOR

Her sabah yeni bir krizin kaosun çatışmanın ortasında buluyoruz kendimizi. “Bu da oldu… Şimdi bunu da gördük” diye hayıflanmaya başlıyoruz, öğlene ulaşmadan daha beterlerinin haberleri kapımızda birikiyor. Birbirimize, “Duydun mu” diye soruyoruz. Devamını getirmeye bile gerek kalmıyor. “Duydum” diye karşılık alıyoruz… Bereket bünyemiz krizlere karşı bağışıklık kazandığı için ayakta durmayı başarıyoruz. Yoksa, anti depresanların bile ayakta tutamadığı bir topluma dönüşürdük.

Umut, dünyanın en güzel kelimesidir. Bazen umutla beklemek, sabırsızlıkla istemek dileklerimizin gerçekleşmesinden bile daha güzeldir.

Türkiye, çok uzun bir süredir kendisine dar gelen bu deli gömleğini çıkarıp atmak ve rahatlamak istiyor. Sıkıntıya, kedere yıllarca tahammül edersiniz, sebat gösterirsiniz ancak bir an gelir, artık taşıyamadığınızı hissedersiniz. İşte o an geldiğinde sırtınızdaki o yükü indirmekten başka çareniz kalmaz. O güne kadar taşımış olmanız bir şey değiştirmez. İlk fırsatta ondan kurtulmaktan başka bir şey düşünemez hale gelirsiniz. O an geldiğinde sırtınızdaki yükü indirir, yeni bir yolculuğa çıkarsınız, kapılar işte o zaman ardına kadar açılır.

O an geldi... Artık sırtımızdaki bu ağır yükü bir yere bırakıp nefes almamız gerekiyor. O “çıkış kapısını” mutlaka bulmamız gerekiyor.

YAĞMUR GELSİN

Değişim, değişmeyen tek şeydir. Siyaset, ekonomi her adımda yeniden şekillenerek yol alır.

60’lı yıllar boyunca gençlerin, kadınların değişim arzusuna ilham veren Bob Dylan bir şarkısında, “Rüzgarın nereden estiğini bilmek için hava durumu sunucusuna ihtiyacın yok” diyor.

Rüzgarın nereden estiğini biliyoruz, değişim arzusu kapımızı zorluyor.

Mayısta sıkıntı basar, yağmur özlersin... Sonra bir fırtına patlar. “Gök yarıldı sanki” dersin... İçinde sıkıntı kalmaz... yağmur alır götürür…

“Yeni Türkiye” hikayeleri hepimizi bunalttı, sıkıştık kaldık, sıkıntı bastı... Bir fırtına patlasın, yağmur gelsin...