Çürüyen Düzenin Anatomisi: Türkiye’nin Toplumsal Depremi
Türkiye uzun süredir sessiz ama derinden ilerleyen bir toplumsal çözülmenin içinde.
Günlük hayatın her alanında karşımıza
çıkan örnekler, artık münferit değil; yapısal bir çürümenin
parçaları.
Sağımız solumuz tahammülsüz kişilerle
dolu.
Trafikte öfke patlaması
yaşanıyor.
Eğitim sistemi alarm veriyor.
Çocuklar derslere aç giriyor.
Eşitsizlik can yakıyor.
Akran zorbalığı can alıyor.
Çocuklar çocukları öldürüyor.
Öğrenciler öğretmenlerini
vuruyor.
Öğretmenler öğrencilerini merdivenlerden itiyor, şiddet
uyguluyor.
Kaynaştırma sınıflarında ayrıştırma
yaygınlaştı.
Okulda olması gerekenler staj adı
altında atölyelerde, inşaatlarda ölüyor; işkence yapılıyor.
Evlerin içinde de manzara farklı
değil.
Kadın cinayetleri arttı.
Anne-babalar çocuklara fiziki ve
psikolojik şiddet uyguluyor.
İş yerlerinde manzara farklı mı?
Hayır. Fiziki olmasa da psikolojik şiddet var.
Mobbing sistematik hâl aldı.
Liyakatsiz kadrolaşma, nepotizm
resmen can yakıyor.
İşsizlik, bankalara borç
katlandı.
Mahkemeler icra dosyalarıyla
dolu.
Barınma ve geçinme krizi hayatta
kalma mücadelesine döndü.
Emekliler çalışmak zorunda, asgari
ücretle çalışan masrafı kıstı; yaşamıyor, yalnızca nefes
alıyor.
Pek çok kişi, kolay yoldan para
kazanmak için sanal kumar ve bahis çukurunda.
Şans oyunlarına talep arttı.
Dolandırıcılık suçlarında artış
var.
Silahların çekildiği dizileri ilgi
ile izleniyor.
Sokaklar Teksas’a döndü.
Köşe başında, ana caddelerde infazlar
yapılıyor.
Çocuklar suç çetelerinin
hedefinde.
Masum yavrular öldürülüyor.
Adalet arayan anne babalar ölümle
tehdit ediliyor.
Kravatını takan, takım elbise giyen
cezasına indirim alıyor.
Hak–hukuk–adalet hayal oldu.
Siyasetin gündemi ise hep
yoğun.
Liderler söz düellosundayken, ülkenin
kaderi reddedilen önerilerle çiziliyor.
Siyasiler, gazeteciler, kanaat
önderleri, halkın seçtiği başkanlar, vekiller cezaevinde.
Hukuksuzluk asıl meselemiz.
Bu arada, asgari ücret zammı, emekli
zammı ne olacak… Birkaç cılız ses yükseliyor.
Enflasyon karşısında tüketici
ezilmekten görünmez hâle döndü.
Kırmızı et, hatta tavuk,
et–süt–yumurta; sofraya koymak hayal oldu.
Mevsim sebzelerine–meyvelerine bile
tane ile ulaşılıyor.
Dışarıda yemek istesek hem çok pahalı
hem de gıda güvenliği yok: zehirleniyoruz.
Marketlerde son kullanma tarihi geçen
ürünler raflarda; evde pişirsek yine zehirleniyoruz.
Tüm bunların göstergesi olarak
psikolojimiz bozuldu.
Çocuklarda ve ergenlerde ruh sağlığı
sorunları katlandı.
Yapay karakterler oluşturduk.
Gerçek ve güvenilir olmayan bir
sosyal medya çılgınlığının içindeyiz.
Algı şaştı, ilgi gösterişe
kaydı.
Ve çok daha fazlası…
Abartısız yazmaya çalıştım; tablo
bu.
Siz de biliyorsunuz, eksiği var, fazlası yok.
Bu ağır tablonun köklerini ve çözümün nerede olduğunu anlamak için Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı, Prof. Dr. Nilüfer Narlı ile konuştum.
Sosyolog Narlı, tüm sorularıma kavramlar, yaklaşımlar,
kabul görmüş araştırma ve incelemelerle; yani bilimle cevap
verdi.
Tam da bu nedenle, bugün anlatacağım tablo sadece kişisel gözlemlere değil, bilimsel gerçeklere dayanıyor.
"Ekonomik Dalgalanma Toplumla Bağı Koparır”
Yaşadığımız mutsuzluk, sinir hali bir tesadüf değil.
Prof. Dr. Narlı, bu
ortamı Durkheim’ın anomi
kavramıyla açıklıyor.
“Ekonomik dalgalanmalar, kurumsal çöküş ve güvencesizlik
bireyin toplumla bağını koparır. Bu kopuş, normsuzluk ve çaresizlik
yaratır,” diyor.
Ayrıca Narlı’ya göre: “Bu süreç beraberinde sosyal geri çekilme ve gençlerin kaygı düzeyinde artış gibi sonuçlar doğurur.”
Eşitsizlikte Derin Çukur: Çocuklar, Gençler ve Kadınlar
Bu noktada Prof. Dr.
Narlı, Bourdieu’nün
kültürel sermaye
ve habitus kavramlarını
hatırlatıyor:
“Ekonomik zorluklar düşük gelirli
öğrencilerin eğitim sermayesini zayıflatıyor; gençler hedeflerine
ulaşmak için gerekli araçlardan mahrum kalıyor.”
Ne acı ki gençlerin mahrum kaldığı araç, temel haklarından biri: eğitim hakkı. Sonrası çorap söküğü gibi geliyor…
Ekonomik Kırılganlık, Mobbing, Nepotizm ve Toplumsal Huzur
Okuyup diploma alabilenler şanslı
mı?
Daha yakın geçmişte toplumca diploma
skandalına şahit olduk.
Sahte diplomalar, sahte profesörler,
eğitimsiz kadrolar…
Hakkıyla kazananların işsizlikle mücadele ettiği günlerde; nepotizm bir kez daha tokat gibi çarptı yüzümüze. Hepsi toplumsal hafızaya kaydedildi.
Prof. Dr. Narlı, bu
tabloyu Weber üzerinden okuyor:
“Liyakatsizlik
bürokrasinin rasyonelliğini yok ediyor. Kurumlara güven kaybı,
toplumsal huzuru katmerli biçimde zayıflatır.”
Tam da bu nedenle insanlar hem maddi hem manevi olarak kırılgan.
Sokaklar Teksas’a Dönerken Güvenlik Kaygısı
Prof. Dr. Narlı bu tabloyu, Durkheim’ın dayanışma kavramıyla bağdaştırıyor: “Şiddetin yayılması toplumsal dayanışmanın çözülmesidir. İnsanlar ‘korunmadığını’ hissettikçe toplumsal bağlar zayıflar.”
Ve “mekanik dayanışma”ya dikkat çekiyor.
“Sokak güvensizliği, akran zorbalığı mekanik dayanışmayı zayıflatır, toplumsal bağlara zarar verir ve bireylerin ‘toplum tarafından korunmadığı’ hissini yaratır. Giddens’in ‘Risk Toplumu’ ve ‘Güvenlik Açığı’ kavramları şiddet duygusunu açıklamada yararlı olabilir.”
“Sağlıklı Yaşam Sınıf Ayrıcalığıdır”
Bu noktada Prof. Dr. Narlı, Beck’in Risk Toplumu teorisini devreye sokuyor: “Modern toplum ürettiği risklerle baş edemiyor. Gıda zehirlenmeleri, kirli hava, sağlık sistemine erişim zorlukları bu risklerin tipik örnekleridir.” diyor.
Bauman’ı da anmadan geçmiyor: “Tüketim toplumunda sağlıklı yaşam bir sınıf ayrıcalığıdır.”
Gıdamız zehirli, havamız kirli. İşte durum bu!
Gençlerde Umut Krizi
Gençlerde antidepresan kullanımı son
1 yılda %65 arttı.
İşsizlik en temel neden.
Sanal kumar ağına düştüler.
Sosyal medya
dolandırıcılığı tavan yaptı.
Prof. Dr. Narlı, bu
tabloya bakarak Durkheim’ın çalışmasını hatırlatıyor:
“Toplumsal çözülme dönemlerinde kaçış arzusu artar. Şans
oyunları ve fenomen kültürü bu kaçış biçimleridir.”
İfade Özgürlüğü ve Ontolojik Kırılma
Adalet herkese lazım.
Ancak, terazi şaştı.
Yalnızca siyasi değil, verilen
her kararda hukuk sorgulanır oldu.
Verilmeyen cezalarla da
sorun katlandı.
Bu atmosferi Prof. Dr. Narlı, Giddens’ın “ontolojik kırılma” kavramıyla açıklıyor:
“İfade özgürlüğü baskılandığında bireyin temel güvenlik hissi sarsılır. Sonuç: Otosansür, politik katılımın düşmesi, gelecek kaygısının yaygınlaşmasıdır.”
Evet gerçeklerle yüzleşmek acıtır, ama gerçeklerden kaçmak bir toplumu yok eder. Fakat, çürüme kader değil.
Bilimin rehberliğine, adaletin gücüne, toplumsal dayanışmanın iyileştirici etkisine yaslanırsak, karanlığı tersine çevirmek mümkün.