Neredeyse her evde, iş yerinde, okulda hatta topluma taşıma aracında; hiç uzağa gitmeye gerek yok bazen aynaya baktığımızda gülümsemeyen, somurtan, mutsuz yüzler görüyoruz.

Ne hissediyorsak bedene o yansıyor.

Hasta oluyoruz.

Ruhumuz alarm veriyor.

Ve o alarmın rengi kırmızı.

Dünya Sağlık Örgütü’nün son açıklamasına göre: Dünyada her 7 gençten 1’i ruhsal tedavi görüyor.

Türkiye’de ise son 1 yılda antidepresan kullanımı %65 arttı.

Özellikle gençler kullanıyor.

Okullardan, trafikten, caddelerden, sokaklardan şiddet görüntüsü geliyor.

Çocuklar, gençler, kadınlar, erkekler birbirinin canını alıyor.

Dört duvar arasından çıkmaya çekinenlerin sayısı katlanıyor.

Elbette nedenleri var. Ekonomik kaygılar, geçim derdi, toplumsal baskılar, ailede yaşanan maddi-manevi sıkıntılar, stres, tedavi edilmeyen depresyon çeşitleri…

Kaygılıyız, depresyondayız, tedavi olmadıkça toplumsal yara yaratıyor, o yarayı da her gün biraz daha deşiyoruz.

Çünkü zamanında alınmayan önlem, bizi dönüşü olmayan bir yola sokuyor.

Ruhumuza ne oldu?

Depresyon ve beraberinde getirdiği hastalıklar kimleri hedef aldı?

Hangi depresyon çeşitleri daha sık görülür oldu?

Önce bir tabloya bakalım.

Ruh sağlığı tablosu:

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre depresyon, dünya genelinde 280 milyon kişiyi etkiliyor.

Türkiye’de 2024 yılında yapılan ulusal araştırma ise şöyle: Bireylerin %27,3’ü depresif belirtiler gösteriyor. Kadınlarda bu oran erkeklere kıyasla %50 daha yüksek. Özellikle doğum sonrası depresyon ciddi bir sorun teşkil ediyor; annelerin yaklaşık dörtte biri (%23) bu tabloyla karşılaşıyor. Klinik tablo ise bambaşka bir dilden konuşuyor. Biliyoruz ki sokakların dili çok daha sert, çok daha gerçek… Bu saklanabilecek bir şey olmaktan çıktı:

Psikiyatri servislerinin doluluk oranı neredeyse %100 ve yetersiz kalıyor.

Tedaviyi kabul etmek, başlamak en önemli adım.

Sosyal sorumluluk projeleri ile farkındalık yaratmak da hastalar için kıymetli.

O projelerden birine değinelim.

“Hayata Varım” Projesi: Depresyona Karşı Umut Mesajı

Psikiyatri Bilimleri ve Araştırmaları Derneği (PiBAD) katkılarıyla geçen yıl başlatılan “Hayata Varım” farkındalık kampanyasını takip ettim.

Özellikle; doğum sonrası depresyon, gelecek kaygısı, orta yaş krizi ve ilişki sorunları, depresyon yaşayan bireylerin duygusal süreçleri konuşuldu.

Profesyonel destek almanın hayat kurtarıcı önemi vurgulandı.

“Psikiyatride Hastalara Ayrılan Süre Çok Kısa”

Peki, en az bedensel sağlığımız kadar önemli olan ruh sağlığımızı nasıl koruyacağız? Tedaviyi kabul edenlerin sayısı artıyor mu? Depresyon tedavisinde hangi aşamadayız?

Cevapları, PiBAD Başkanı Prof. Dr. Oğuz Karamustafalıoğlu’ndan aldım.

“Farkındalık arttı, psikiyatrist sayısı da artıyor.

Ama çoğu devlet kurumunda hastalara ayrılan süre çok kısa.

Oysa süre uzatılabilse, çok daha verimli bir tedavi protokolü oluşabilir.

Depresyon tedavisine başladığınızda bir kişiyi en az 6 ay takip etmek gerekiyor.”

Çaba var; ancak yetersiz kalıyor. Yarım kalan tedavi, hiç tedavi edilmemek demek.

“Depresyon Tedavisi Yarım Kalmamalı”

Prof. Dr. Oğuz Karamustafalıoğlu:

“Örneğin, yeni doğum yapan kadınlarda ‘annelik hüznü’ dediğimiz tablo…

Eğer bu süreç 2 haftayı geçiyorsa, artık depresyon olarak düşünülmeli.

Çok ciddi yardım gerektirir. Anneye yardım edilmeli, uyku ve beslenme düzenlenmeli. Asla yargılanmamalı. Eşlere büyük görev düşüyor; destek olmak zorundalar.”

Ve toplumca yaptığımız en büyük hata: nefes almayı, yaşamak zannetmek…

“Bizim toplumda evin içinde sadece ihtiyaçları giderme odaklı bir yaşam tarzı var.

Oysa hayat kalitesi kavramı, paylaşımı canlı tutmak da önemli.

Hayatı sadece ‘ödev’ gibi yaşarsak, yorulmaya ve tükenmeye başlıyoruz.”

“Sanat ve Sanatçılar Psikolojiyi Düzeltmek İçin Çok Önemli”

Farkındalık yaratmak açısından ünlü desteği ve sanat dünyasının bu konulara eğilmesi çok önemli.

Mesela Drew Barrymore…

Her daim gülen yüzüyle hatırlarız ama o da panik atak ve bipolar bozukluk tedavisi gördü.

Saklamadı; rehabilitasyon merkezine yattı, tedavi oldu ve insanları tedaviye teşvik etti.

Prof. Dr. Karamustafalıoğlu:

“Sanat, psikoloji anlamında çok önemli bir fark yaratıyor. Keyifli bir film izlerken kaygıdan uzaklaşılabiliyor, ya da neşeli bir müzikal… Hareketli bir şarkıya eşlik edildiğinde mutluluk hormonu devreye giriyor.

Ve ünlüler… Brooke Shields, doğum sonrası depresyon geçirdiğinde kendi programlarında açıkça konuştu.

Bizde ise benzer durumları yaşayan kişiler genellikle ortaya çıkmıyor.

Oysa sporcuların, sanatçıların, ünlülerin bu konuları dile getirmesi, bazen biz bilim insanlarının açıklamalarından bile daha güçlü farkındalık yaratıyor.”

Yaşadıklarımızdan, gördüklerimizden, şahit olduklarımızdan yola çıkarak şu cümleyi kurmak yanlış olmaz: Ruh sağlığı artık sadece bireysel bir mesele değil; toplumsal bir sorumluluk.

Şiddetin, kaygının, öfkenin ve tükenmişliğin içinde kaybolmadan önce, kendimizi, sevdiklerimizi, çevremizi fark etmek zorundayız.