Ölümüne Güzellik
“Güzele bakmak sevaptır.”
Bu söz, kadın-erkek hepimizin hafızasında.
Toplumda yer edinebilmek, değer görmek, kendini iyi hissetmek, hatta çalışabilmek, çalıştığın yerde iyi bir konuma gelebilmek, sevilmek ve daha birçok statü ya da duygu için hep “güzel” olmak teşvik ediliyor.
Bu güzellik denen kavram sözde göreceli.
Ama özde pek de öyle değil…
Güzel olmak günümüzde zayıf olmak demek.
34-36 bedeni aşmamak hatta ‘0’ beden olmak, her daim bakımlı gezmek, kaliteli kıyafetlerle yerinde ve hoş giyinmek… Bunlardan biri eksikse artık pek kabul görmüyor insan, özellikle de kadınlar!
Fenomen Nihal Candan üzerinden bir kez daha konuşulmaya başlandı:
Zayıflamak iyi mi, kötü mü?
Candan 23 kiloya kadar düştü, daha 30 yaşında yaşamını kaybetti.
Ardında gözü yaşlı bir aile, dostlarını bıraktı.
Onun özelinde, onu bu ölümcül yeme bozukluğuna anoreksiyaya götüren farklı nedenler var, biliyoruz.
Cezaevine girdi, yargılandı, eşi tarafından terk edildi, kendi deyimiyle “hayatında hiçbir şey eskisi gibi olmadı.”
Sosyal medyada zorbalığa uğradı, baskı gördü.
Yiyemedikçe kilo verdi, kilo verdikçe beğenildi, bu döngü sürdü.
Bir süre sonra çok istese de bir şey yiyip içemez oldu.
Sonuç: tanıyan tanımayan herkesi üzdü.
Candan’ın ölümünün ardından birçok ünlü isim, şarkıcı, oyuncu, fenomen bir bir açıklama yaptı.
Şarkıcı İrem Derici, 2017 yılında çekilen fotoğrafını paylaştı. “Ölümden döndüm” dedi.
Yine şarkıcı Derya Uluğ, “Bir dilim ekmek yiyebilmek için dua ettiğim geceleri biliyorum” diye yazdı. Ne denli zor bir hastalık olduğunu anlattı.
Seren Serengil’i de hatırlayacaksınız; çoklu organ yetmezliği nedeniyle günlerce hastanede kaldı. Güçlükle tedavi edildi.
Ne yazık ki anoreksiya nervoza ve bulimia nervoza hastalıkları sanılandan daha da yaygın.
Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, dünyada her yıl 9 milyon kişi yeme bozukluğu tanısı alıyor.
Bu öldürücü hastalıkların temel nedeni psikolojik.
Yanlış beslenmeyle de destekleniyor, büyüyor.
“ZAYIFLIĞIN KAYNAĞI TOPLUM”
Finlandiya ABO Üniversitesi Öğretim Üyesi, DATEM Davranış Terapileri Araştırma ve Tedavi Merkezi kurucusu, Klinik Psikolog Profesör Dr. Ebru Şalcıoğlu şöyle diyor:
“Toplum ‘ideal beden’ baskısı yapıyor. İnsan tek başına yaşasa yeme bozukluğu diye bir şey kalmaz. Toplumda insanın nasıl görünmesi gerektiğine dair normlar var. Bu normlar her çağda vardı.”
Bir dönem ‘balıketli’, yani 38-40 beden olmak modaydı.
2000’li yıllardan itibaren algı değişti.
Zayıf, hatta çok zayıf olmak kabul görmeye başladı.
Şu sıralar ‘kaslı’, zayıf ama ‘hatlı’ bir görünüm vurgulanıyor.
Hatta sosyal medyada baskılanıyor.
Tam da bu talep, gençleri ölüme götürüyor.
Prof. Şalcıoğlu klinik tecrübelerinden yola çıkarak şu yorumu yapıyor:
“Yediğini kusan, bedeni sakatlayacak kadar spor yapan – elbette spor faydalı ama bedeni zorlamak sorun –, kendisini aç bırakan, oruca giren kişiler artık daha da yaygın.”
Çünkü kişi, kendi değerini böyle belirler oldu. Oysa bu iyi hissetmenin yalnızca bir parçası olmalı.
“Okul başarısı, iş performansı, aile, kişi olarak ne olduğun, sosyal ilişkilerin, hobilerin içinde nasıl göründüğünün bir parça yeri olmalı. Hayatının merkezi güzel görünmek, zayıflık olmamalı. Çünkü tüm yumurtalar aynı sepette. Sepet düşerse hepsi kırılır.”
“TELEVİZYON ZAYIFLIK İSTİYOR”
Medya ve daha çok sosyal medyanın ‘güzellik algısı’ yadsınamaz.
Herkes bilir; bir dönem kontratlara dahi “şu kiloda kalacak” diye maddeler eklenirdi.
Ve ne yazık ki araştırmalara göre:
Güzellik = İnandırıcılık.
Prof. Şalcıoğlu şöyle açıklıyor:
“Güzel görünen kişi inandırıcı kabul ediliyor. Aynı şeyi ince, hoş görünen kadının söylemesi ile daha kilolu birinin söylemesi arasında fark var. Görece güzel olanın söylediği inandırıcı bulunuyor. Bu da baskı yaratıyor. Bu nedenle oyuncular zayıf olmaya itiliyor, şarkıcılara kilo baskısı yapılıyor.”
Sosyal medya da artık hayatın belirleyicisi oldu.
“Zayıf kişi ilgi görüyor. O şekilde para kazanıyor. Yeme bozukluğunun ödüllendirildiği bir sosyal medya kitlesi var. Elbette ‘ölümüne aç kalsın’ denmiyor ama zayıflığı talep ederek destekliyorlar. Sürdürücü olmaya teşvik ediyorlar.”
Yani anlayacağınız, kişi bedenini savunmalı.
Aksi takdirde baskı ve zorlama boyut değiştiriyor.
Uzmanlara göre, bu baskıya direnmenin yolu vazgeçmek değil, savaşmak.
ZAYIFLAMA SEKTÖRÜ YEME BOZUKLUĞUNU DESTEKLİYOR MU?
Evet, aşırı kilo sağlıksız beden demek.
Evet, toplumsal baskı var.
Evet, “ideal güzel istiyoruz” diye çığlık atan bir güruh da var.
Evet, ince olmanın güzellik olduğuna inananlar çoğunlukta.
Evet, başarının anahtarı olarak zayıflığı, fitliği görenler sardı dört bir yanı.
Aslında, ev sahibi de suçlu hırsız da.
Kaybedenler ortada peki kim kazanıyor?
Kapitalizm de zayıflığa yönlendiriyor:
Zayıflama hapları, çayları, kahveleri, takviye ürünler, popüler sporlar, estetik operasyonlar…
YEME BOZUKLUĞU NASIL ÖNLENEBİLİR?
Prof. Dr. Ebru Şalcıoğlu şöyle sıralıyor:
- “En temel aşama düzenli beslenmek.Açlık ve tokluğa bakılmadan düzenli ana ve ara öğünler yapılmalı.”
- “Çok sık tartılıyorlar, bu bırakılmalı. Haftada bir kez tartıya çıkılmalı.”
- “Yeme bozukluğunu tetikleyen düşünce sistemi değiştirilmeli.”
- “Konunun uzmanından yardım alınmalı. Psikoloji eğitimi gören her kişi bu konuda yeterli değildir. Yanlış yönlendirme, tedaviyi zorlaştırır.”
- “Aile desteği hayati.Aile, baskı kurmadan, sevgi diliyle kişinin yanında olmalı.”
Özetle: Durum psikolojik.
Bedeni, beyni, ruhu paramparça eden, ölümcül, tedavisi zor bir hastalık.
Uzmanlar, çevre temizliği ve düzenli, sağlıklı beslenmenin altını çiziyor.
“TARTIDA FAZLA ÇIKABİLMEK İÇİN SU ŞİŞESİ SAKLIYORLARDI”
İç Hastalıkları ve Beslenme Uzmanı Dr. Ayça Kaya da önemli detaylar veriyor:
- “Küçülen mideyi yormayacak şekilde sebze-meyve ağırlıklı, dengeli ve düzenli beslenmeşart.”
- ”Porsiyonlar küçük olsa da öğünler atlanmamalı.”
- ”Beslenme konusunda yardım alınmalı. Psikolojik destekle birlikte yürütülmeli. Çünkü; hastalarımız yiyemiyor ve tartıya çıktıklarında kilo almış gibi görünmek için eşofmanlarına su şişesi bile saklıyorlar.”
Yeme bozukluğu olan bir hastanın kilo alması gerçekten çok zor. Çünkü: “Beyin-zihin, yiyeceği çok büyük görüyor. Algı bozuluyor. Bu yüzden tüketim yapılamıyor. Yemeği yiyemeyip çöpe döken çok oluyor.”
“YEMEK YEMEYİNCE VÜCUT KENDİNİ TÜKETİYOR”
Beslenemeyen kişilerde dahili problemler başlıyor.
Tehlikeli süreç şöyle işliyor:
Vücuttaki glikojen depoları tükeniyor
.Karaciğer ve kastaki yedek enerjiler harcanıyor.
.Yağ deposu eriyor, kemik erimesi başlıyor.
.Yağ ve kas dokusu kaybıyla metabolizma yavaşlıyor.
.Hormonlar değişiyor ve organ yetmezliği başlıyor.
Sonrası, gencecik insanların hayattan kopması, yaşanamayan bir ömür.
Sonrası, gözü yaşlı anneler, babalar, kardeşler.
Sonrası, pişmanlık…