Sahte diplomalar, umut olan çocuklar ve bedava (!) hayatlar
Zor bir haftayı geride bırakıp, yepyeni zor bir haftayı bitirmek üzereyiz.
Döngü kırılmıyor.
Milletçe hep bir mücadele içindeyiz.
Arayış hiç değişmiyor; hak-hukuk-adalet…
Meclis tatilde ama siyasetin gündemi yoğun…
Ve komisyonun adı belli oldu:
Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu.
Gözümüz kulağımız süreçte.
Zor bir haftaydı derken abartmıyorum.
Tam bu yazıyı yazarken Çanakkale’den bir kez daha yangın haberi geldi.
Yine alevlerle mücadele ediliyor…
Ekonomiyi de özetleyelim.
Önce işsizlik rakamları açıklandı.
Malumun ilamı: İşsizlikte Avrupa üçüncüsüyüz.
Her yıl 1,6 milyon kişi işsizler ordusuna katılıyor.
Bunlar resmi rakamlar; bir de kayıt altında olmadan iş arayanlar var…
Bunu konuşurken büyük gün geldi çattı.
TÜİK enflasyon rakamlarını açıkladı.
Yıllık enflasyon: %33,52.
Temmuz ayındaki artış oranı da %2,06.
TÜİK’in hesabı yine çarşıya, pazara uymadı.
Sofranın ateşi daha yüksek.
Peki, tüm bunlar dışında; gündemi ne sarstı?
Haftanın günlüğünü açalım.
Neler yaşadık, neleri hakkıyla yaşayıp konuşamadık; ona bakalım…
NE KONUŞTUK?
Zamanlaması da manidar…
Ne diplomalar gördük, aslında sahteydi.
Ne insanlar gördük, aslında utanma duygusundan yoksundu.
Ne vicdansızlar gördük, her şeye göz yumdu.
Ne önlem almazlar gördük; hâlâ resmî olarak güvenlik açısından ne gibi çalışmalar yapılıyor bilmiyoruz.
Ne gençler var ki hakları hep yendi.
Hakları her gün yeniyor.
“Boş başak dik durur, dolu başak eğilir.”
Bildiniz değil mi bu sözü?
Ne kadar doğru bir söz.
Çiğlikle harmanlanan utanmazlık en fenası olsa gerek…
E ne olacak şimdi?
Her gün altından bambaşka bir detay çıkıyor.
Peki, E-Devlet’e nasıl sızdılar?
Güvenlik duvarları nasıl bu kadar aşılabilir?
Daha başka neler yapıldı?
Aynı suçtan hapis cezası alan kişiler nasıl korkusuzca yaptıklarına devam edebildi?
Milyonlarca kişi tek yürek bu soruların cevabını bekliyor.
CEBİMİZİ NE YAKTI?
İğneden ipliğe her şey.
Defalarca yazdım belli, daha da yazarım.
Elimizi neye uzatsak yanıyoruz.
Ve bunun mizahını da çok güzel yapar olduk.
İstanbul’da İstiklal Caddesi’ne eşi ve çocuğu ile gezmeye, yürüyüş yapmaya giden bir kişi; ne kadar harcadığını anlattığı bir video yayınladı.
“Ücretsiz yürüyüş”ün maliyetini hesapladı.
“İlk 15 dakika gerçekten ücretsiz.” diye başlıyor video ve sonra olanlar oluyor.
İlk mola bir kahve zincirinde soğuk kahve alınıyor: 340 lira…
Derken çocukları dondurma istiyor; cepten 80 lira daha çıkıyor.
Ve yalnızca bakmak amacıyla kozmetik mağazasına giriliyor. Sonuç: 4.500 lira.
Acıkmanın bedeli ise 1.700 lira.
Akşam yemeği için de market alışverişi yapılıyor: 500 lira.
İstanbul’da ücretsiz yürüyüşün bedeli: 7.120 lira.
Video şu soruyla bitiyor:
“Peki arkadaşlar, siz de böyle ücretsiz yürüyüşlere çıkıyor musunuz?”
İstanbul’un taşı toprağı gerçekten de altın.
Oysa ne demiş bir zamanlar Orhan Veli:
“Hava bedava, bulut bedava…
Peynir ekmek değil ama; acı su bedava.”
Bugün o acı su pahalı.
Hava ise şimdilik ücretsiz.
Ama vergilerimizle aslında onun da hesabı bize kesiliyor…
Devamı bir başka güzel şiirin:
“Kelle fiyatına hürriyet, esirlik bedava; bedava yaşıyoruz, bedava.”
Var mı sizin de böyle “ücretsiz”, “bedava” yürüyüşleriniz?
NEDEN UTANDIK?
Çocuklarımıza çocukluklarını yaşatamıyoruz bu ülkede.
Şöyle düzelteyim: kimi çocuklara…
Ne demiş Yaşar Kemal:
“Bu ülkede dört şey olmayacaksın. Kadın, çocuk, ağaç, sokak hayvanı.”
Nasıl doğru!
Ne kadar doğru!
Ne kadına, ne çocuğa, ne sokak hayvanına şiddet, eziyet sona eriyor…
Gelelim “neden utandık?” sorusunun cevabına.
Kayseri’de 13 yaşındaki bir kız çocuğu:
“Bütün ölen kadınlar! Çocuklar! Hayvanlar! İçin adalet istiyoruz!” yazdı kırmızı tükenmez kalemiyle.
Duvara astı.
13 yaşında, daha 13’ündeki bir kız çocuğu yazdı bunu.
Nasıl utanmayalım?
KİMLERLE UMUTLANDIK?
Çocuklarımız için üzüldük, onların yaşadıklarından utandık ve yine çocuklarımızla umutlandık.
Her gecenin sabahında umut ışığımız o küçücük yürekler oluyor…
Gaziantep’te yaşayan yaşları 10 bilemedin 12 olan iki güzel çocukla, iki pırıl pırıl kalple umutlandık.
Bir kişi karnı acıkan çocuklara döner aldı. (Onun da güzel yüreği umut ışığımız)
Çocuklar dürüm dönerlerini aldı. Teşekkür ettiler.
Ardından bir köşeye oturup yemeğe başladılar.
Onlar kadar aç olan biri daha vardı: bir sokak kedisi…
Yaklaştı ve karşılıksız kalmadı.
İki güzel evlat ellerindeki dönerle kediyi beslediler.
Gücünü masum canlara saldırmak için kullanan, hiç utanmadan kedileri-köpekleri öldüren canilerin karşısında umudumuz oldular.
NEYE ŞAŞIRAMADIK?
Şaşıramıyoruz.
Hatay’dan yükselen “nefes almak istiyoruz, zehirlenmek istemiyoruz” çığlığına kayıtsız kalınmasına şaşıramıyoruz.
İlk günden itibaren yapayalnız kalan Hataylının derdi: hayatta kalabilmek.
Birçok alan hâlâ şantiye.
Yetmez gibi taş ocakları, maden sahaları son kalan temiz suyu, havadaki oksijeni de çalıyor.
Belen’de durum çok ciddi.
Sosyal medyada paylaşılan bir fotoğraf da tabloyu net şekilde gösterdi:
“Sadece 1 günde evin salonunda halı kaldırıldığında ortaya çıkan toz oranı” diye paylaştı bir Belenli.
Toz dağı demeliyiz…
Belen’de 2 mahalle, 1 taş ocağı ile yok oluyor.
Biliyoruz ki 4 ayrı ocak daha kurulması gündemde.
Daha ne kadar maske ile yaşayacak bu insanlar?
Evlerini, canlarını kaybettiler.
Geride kalanlar hayata tutunmaya çalışırken neden zehirlemeye çalışıyorsunuz?
Hataylıya reva görülene yine şaşıramadık.
KİME HAK VERDİK?
Kentte yaşayan, yaşamayan herkes; İstanbul İstiklal Caddesi’ndeki meşhur dondurmacıları bilir.
Şov yaparlar, turistleri çekerler; bir top (genelde hazır aldıkları dondurmayı) ederinin 10 katı fiyata satarlar.
Son dönem yaptıkları şovları abarttılar.
Özellikle kadın turistleri de rahatsız etmeye başladılar.
Yani, durum artık kabak tadı verdi.
Ve biri bu gidişe “dur” dedi.
Dondurmacının Maraş dondurması misali uzadıkça uzayan performansına bir turist son noktayı koydu.
Hiç beklemediği anda külahı çekti.
Dondurmayı yedi.
Etraftakilerden alkış topladı.
Açıkçası hak vermemek elde değil.
Tebrikler…
KİMİNLE GURURLANDIK?
Yine bir kadın.
Yine başarı.
Yine kocaman bir gurur.
Önceki haftada yazmıştım, hedefi belliydi: Ocean Seven’ı tamamlamak.
Başardı.
Milli sporcu Bengisu Avcı, Okyanus Yedilisi rotasını tamamlayan ilk Türk oldu.
Son etapta, Japonya’da Tsugaru Kanalı’nı geçmek için 14,5 saat boyunca akıntıya karşı kulaç attı.
Ve hedefine ulaştı.
Bizim de payımıza yine gurur düştü.
Başarıları daim olsun.
NEYE SEVİNDİK?
Hakkâri’de hayatını kaybeden sahibinin mezarını bir türlü terk etmeyen köpeği hatırlarsınız.
Müzisyen Ceylan Ertem, köpeği sahiplendi.
Bir cana yuva oldu.
Sevindik, çok sevindik…
NEYE GÜLDÜK?
Okudunuz baştan sona, derdimiz ortak.
Adalet ve karın doyurma tüm meselemiz…
Dünyaevine girmek gerçekten zor.
Masraflar çoğu genci aile olmaktan vazgeçiriyor.
Ama; kimi mücadeleciler gelinliğini giyiyor, jilet gibi damatlığı çekiyor ve düğün yapıyor.
O düğünlerden ikisinde ağlanacak hâlimize güldük.
Osmaniye’de evlenen çifte aşırı sıcaklarda rahat etsinler diye klima hediye edildi.
Klima takıldı desem yeridir.
Çok hoş bir hediye, gayet büyük bir masraf kaleminden kurtulmuşlar.
Tabii elektrik faturasına dikkat…
Ve asıl eğlenceli hediye:
Kahramanmaraş’ta bir damada beşi bir yerde gibi yan yana dizilen tavuk pirzola takıldı.
Elbette espri amacıyla yapıldı ama nasıl da gerçek.
O tencereyi kaynatmak, nasıl da masraflı…
Yüzümüz güldü.
Çiftlere bir ömür boyu mutluluklar.
Özetle:
Ara ara gülümsesek de daha çok yüreğimiz hızlı çarptı bu hafta.
Bu hafta da adaletin adı vardı, kendi yoktu hayatımızda.
Bu hafta da gücü yeten, gücünün yettiğinin canını yaktı.
Yeni hafta, güzellik getirsin.
Yenisi adalet, umut getirsin…