Matematik hala umut satıyor. Kağıt üzerinde bir şampiyonluk var. Ama sahaya bakınca... Elvis binayı terk etmiş. Hem de kapıyı çarparak. Fenerbahçeli futbolcular da o gürültüyle uyanmış gibi değil.

Rakamlara göre Fenerbahçe hala yarışta . Ama ruhlar aleminde koşan bir takımın, bu yarışta yeri yok. Galatasaray doludizgin giderken, Fenerbahçe'nin sadece ayakları değil, yüreği de geri viteste. Herkes biliyor: Aslan bu yarışı bırakmaz. Ve Kanarya, bunu kabullenmiş gibi duruyor.

Başakşehir maçında topa dokunan üç adam vardı. Biri, adını temize çıkarmaya çalışan Talisca. Diğeri, işine aşık Mert Müldür. Üçüncüsü, zıpkın gibi duran Skriniar. Geri kalanı? Antrenmana yanlışlıkla gelmiş gibiydi.

Yine de Mert’in inadı, klas bir çalımı getirdi. O çalım da golü. O gol, ilk yarıyı. Ama sonrası? Sisli bir bilinmezlik.

Başakşehir de öyle. Karşılarında darmadağın bir rakip var, ama onlar da bir türlü gaza basmıyor. Çağdaş Atan, büyük maçlara çeyrek boy bir hoca gibi. Yine soru işareti yazdırdı deftere.

♦♦♦

Hakem Burak Pakkan ise maçın şenlikli tarafıydı! İlk 30 dakikada el ayağa dolandı. İkinci yarı "bu da mı gol değil be" dedirten performansına vites attırdı. Düdük var, ama adalet yok. Kart var, ama cesaret yok.

Türkiye’de hakem sorununu çözmek için ne lazım biliyor musunuz? Dürüst bir cumhuriyet savcısı... Bir de diploması sağlam bir psikolog. Çünkü bazıları sahaya ruhunu, bazıları da aklını sokamıyor.

♦♦♦

Skriniar ikinci golü attığında, sevinen Fenerbahçe değil, susan Başakşehir oldu. Sanki onlar şampiyonluğu kaybetmiş gibi. Tribünlerde protesto vardı ama hedef Başakşehir değildi. Kendi yönetimiydi.

10-0 kazansan ne olur? Tribün yine aynı şeyi bağırıyor: “Yönetim istifa!” Hatta öyle bir hal aldı ki, rakip tribün bile alkışladı bu haykırışı.

♦♦♦

Ali Koç’un “bambaşka vizyon” dediği proje, kör bir aynada kendi hayalini izlemeye dönüştü.

Acı olan şu ki, bu enkazın mimarı da, müteahhidi de bizzat kendisi. Şimdi koltuğa yapışmış durumda. Kongre üyeleri imza topluyor. Başkan bunu onur kırıcı buluyor. Belki de haklıdır.

Ama Sayın Koç, milyonlarca taraftarın onuru kaç yıldır çiğneniyor, haberiniz var mı?

Siz, "Ben olmasam kulüp batmıştı" diyorsunuz. Ama gözden kaçırdığınız şu: Bu kulüp ruhen zaten batmış. Siz hala batığı kurtarıyorum sanıyorsunuz.

Hatta aba altından sopa da gösteriyor: “Stadyum, tesis, Kenan Evren Lisesi… Hepsi tehlikeye girer."

Oysa korku, yaldızlı cümlelerin içinden taşar. Koltuğu kaybetme korkusu... Hissediliyor.

♦♦♦

Gelelim en hazin bölüme. Ali Koç diyor ki, "Her Erdoğan ziyareti sonrası saldırıya uğruyorum." Çünkü birileri bu yakınlıktan rahatsızmış.

Yanılıyorsunuz Sayın Başkan. Siz Cumhurbaşkanı’na yakın değilsiniz. Sadece yakın olmak istiyorsunuz. Arzulu bir yakınlık bu. Ama karşılık bulmayan bir sevda gibi. Külliye başka hesap yapıyor. Orada duvarlar fısıldıyor: “Fenerbahçe’de başarılı olursa, siyasete girer.”

İşte bu yüzden size “şampiyonluk yasak.”

Bu yüzden dediniz ya hani, "Ben varken Fenerbahçe şampiyon olamaz."

Bu yüzden “encümen olursam yüzüme tükürün” diyorsunuz. Ama inanmıyorlar.

Devlet Bahçeli’nin yanından ayrılmayışınız, MHP binasında kamp kurmanız da boşuna. Güvenmiyorlar. Çünkü sizin ne olmak istediğinizle, onların sizi ne gördüğü arasında uçurum var.

♦♦♦

Yönetiminize aldığınız sermaye babaları, AKP’ye yakın isimler... Yine de olmadı. Olmayacak. Çünkü karşınızda artık bir hükümet değil, her gölgeye kurşun sıkan bir paranoya var.

Ve siz, o hükümete karşı en açık oynayan oldunuz. Kartlarınız yüzünüzdeydi. Maskesiz girdiniz arenaya. Şimdi ise... Herkes maskeli. Siz çıplaksınız.

Yetmedi... Taraftarınıza kulaklarınızı tıkadınız. Gençleri suçladınız: “Bu jenerasyon vefasız” dediniz. Oysa onlar sadece sizin yorgunluğunuza tanık oldu.

Vefasızlık mı? Onu bir de Silivri’de yatan gençlere sorun, Sayın Başkan. Onlar hala gözünüzün içine bakıyor.

Bu ülke tarihinin en acı tecrübelerinden birini yaşarken, siz hala kendinizi anlatmaya çalışıyorsunuz. Ama anlatmak yetmez. Anlamak gerek.

Ve siz... Anlamıyorsunuz.