Yıl 1909. Papazın çayırında toz kalkar. Bir zamanlar, iki kıtanın çocuklarıydılar.
Sarı-lacivert ve sarı-kırmızı. Mahallenin iki asi delikanlısıydılar. Arada bir kavga eder, sonra aynı masada çay içerlerdi. Şimdi ise o çayın içine kim zehir kattıysa, iki takım da o bardağı birbirinin suratına fırlatıyor.

Aradan 116 yıl geçti. Ebedi dostlukla ezeli rekabet iç içe geçti. Ama son 2 yılda olan şey başka bir şey. Bu artık futbol değil. Bu bir tiyatro. Hem de kötü yazılmış, bol kavgalı, az futbollu bir meddah gösterisi.

Peki, nedir bu kavganın sırrı?

Sahi, sadece üç puan mı bu kadar nefreti doğurur? Sadece şampiyonluk uğruna mı bunca yumruk, bunca linç, bunca çirkinlik?

Sanmam.

♦♦♦♦♦

Mesele sadece bir kavga değil.
Bu, şampiyonluk yarışının tansiyonu falan değil.
Bu, bilerek, isteyerek, programlı bir cinnet hali.
Çünkü bu kavganın seyircisi çok. Ve seyirci alkışladıkça, sahnedeki rezillik perdeyi hiç kapatmıyor.

Kimse nedenini sormuyor.
Kimse demiyor ki: Bu kavganın sahibi kim? Bu öfke kim için bu kadar iştahla büyütülüyor?

Geçen iki yılı hatırla. Suudi çölünde rezil olduk. Trabzon’da taraftar futbolcunun üzerine yürüdü. Hakem dövüldü. Takımlar sahadan çekildi. Derbiler mahkemelik oldu. Bahisler, şikeler alttan alta kokuyor ama üst ligde herkes "dürüst" oynuyor (!)

Ve bütün bunlar olurken bir tek kim susuyor? En yüksek perdeden her şeye karışan, ama sıra futbola gelince dilsizleşen o iktidar.

Evet, aynen öyle. Rujun renginden market sepetine karışan ama futbolda köpüren nefrete tek kelime etmeyen iktidar.

Neden?

♦♦♦♦♦

Çünkü bu kavga onlara lazım.
Çünkü bu kavga bir ekmek teknesi.
Çünkü kavga varsa, başka hiçbir şey konuşulmaz.
Çünkü kaostan besleniyorlar.
Çünkü kavga, gündemi değiştirmenin en ucuz yolu.

Ne açlık, ne yolsuzluk, ne işkence.
Ne genç işsizliği, ne umutsuzluk, ne üniversiteli tutuklular.
Çünkü ekranda Mourinho, Buruk’un burnunu sıkıyor. Ne hoş.

İki yönetici çıkıyor, mikrofona bağıra bağıra hakaret ediyor, ertesi gün herkes elektrik zammını unutuyor. Yaptıkları bu pespaye şovla, sadece kendi ceplerine değil, sarayın kütüphanesine de bir teşekkür notu bırakıyorlar. Gündem değişti mi? Değişti. O zaman asıl görevi tamamladılar.

Ama asıl trajedi ne biliyor musunuz?

Bu şovun biletini alan biziz. Tribünde bağıran, sosyal medyada küfreden, kendi arkadaşına sırf farklı takım tutuyor diye nefret kusan biziz. Taraftarlığı, siyasetin yancısı yapmakta sakınca görmeyen biziz.

Mesela, sırf muhalif diye uçan kuşa ceza kesen RTÜK, futboldaki nefret ortamını körükleyen 'spor programı' adı altındaki rezilliklere neden ses çıkarmaz? Hiç düşündünüz mü? Düşünün.

♦♦♦♦♦

Fenerbahçe ve Galatasaray.
İki kulüp.
İki tarih.
Ama bugün, iki fanatik tarikat.
Birbirinin camını, çerçevesini indirmeden rahatlamayan.
Şimdi çamur deryasında boğulmuş, politik maşaların elinde oyuncak olmuş halde.
Derbi değil bu; halkın gazını alma seansı.

Bu ülkenin gerçek meselesi, Okan Buruk’un burnu veya Mourinho'nun kibri değil. Geleceğini yurt dışında arayan gençler, işkence gören öğrenciler, yarınını kaybetmiş milyonlar.

Yüz yaşını devirmiş kulüpler, sanki sadece top oynamıyor, toplumun vicdanına da tekme atıyor artık.
"En büyük sivil toplum örgütüyüz" diyorlar ya... Belki doğru.
Ama neye hizmet ettiklerini söylesinler de, biz de bilelim.
Toplumu birleştiren değil, bölen bir örgüt olmak da bir tercihtir.

♦♦♦♦♦

Bunun adı futbol değil.
Bunun adı kışkırtılmış kalabalık.
Ve bu kalabalığın efendileri, iktidarın gölgesinde gülüyor.

Bugün sorsanız, kimse bu kavganın başladığı günü hatırlamaz.
Ama herkes kavga etmek için bir neden bulur.
Çünkü kavgadan başka hiçbir şey kalmadı.

Soruyorum şimdi:

Siz bu oyuna daha ne kadar figüran olacaksınız?
Siz bu “süper” dedikleri ucube gösteriyi daha ne kadar alkışlayacaksınız?
Bu futbol değil. Bu, organize bir aldatmaca.
Ve artık karar zamanı.
Ya bu kavga düzenini reddedeceğiz.
Ya da sonsuza kadar 90 dakikalık yalanlarla uyuyacağız.