Bir sabah uyanırsınız. Çay demlidir, ekmek sıcaktır. Fakat masada eksik bir şey vardır. Göz, manşeti arar. “Fenerbahçe derbiyi kazandı” yazmaz. O cümle artık yok. Alışıyorsunuz. Yavaş yavaş, kanıksaya kanıksaya.

Derbi kaybetmeye alışmak, yara üzerine yara sarmak gibidir. Kan tutar ama bir noktadan sonra his kalmaz.

Fenerbahçe, bu sezon beş derbiye çıktı. Dört yenilgi. Bir beraberlik. Galibiyet yok. Koskoca sıfır. Rakipler Kadıköy’e korkuyla değil, kahkahayla geliyor.

Bir zamanlar Kadıköy, futbolun cehennemiydi. Rakip soyunma odasına terli girerdi. Şimdi ise Fenerbahçe, Beşiktaş’ın hatıralık kadrosuna iki maçta bir gol bile atamıyor. Eskiden sağdan soldan yağan seller şimdi kendi ceza sahasında boğuluyor.

♦♦♦♦♦

Bu tabloyu ne hoca açıklar, ne futbolcu. Bu, başka bir felaketin resmi. Üst kat çökmüş, alt kat çökmüş. Ama içeride hala lamba yanıyor diye oturuyorlar. Bu, sadece futbolun değil, ruhun çürüdüğünün göstergesidir.

Ve şimdi sahnede, omzunda kibir taşıyan bir filozof var: Mourinho. Geldiğinden beri Türk futboluna yukarıdan bakan, gölgede bile kendine hayran bir adam... Ama trajedi onun laflarında değil. Ona bu pervasızlığı verenlerdedir.

Beşiktaş maçından sonra çıkıp “Bu ligin sonucu baştan belliydi” diyebiliyor. Yetkisi kimden? Aynaya bakınca sadece Mourinho’yu değil, kulübün içine işlemiş çürümüşlüğü görüyorsunuz.

♦♦♦♦♦

Ona bu cesareti veren, Fenerbahçe’nin yöneticileri. Dün “Cam tavanı kırdık” diyenler, bugün cam fanusun içine saklanıyor.

Mourinho ise topu alıyor, yönetimin göğsüne şutluyor: “Bu kulüp mental olarak zayıf.” Soyunma odası dedikleri yer, artık mezarlık gibi.

Savaş var ama asker başka yerde. Komutan zaten yok. Kazanmak mı? Mümkün değil.

Bu artık teknik-taktik değil. Bu bir karakter bozukluğu. Bu, evin temeline sinmiş çürümenin habercisi.

Dalları budamakla olmuyor. Kök değişecek. Toprak değişecek.

♦♦♦♦♦

Fenerbahçe’nin üstüne sinen bu kabullenmişlik, bu ‘zaten olmaz’ hissi… İşte gerçek zehir bu. Ve bu zehir, kulübün iliğine işlemiş durumda.

Transferle çözülmez. Üç yıldız, dört pırıltı bu hastalığı iyileştirmez. Önce vücut zehrini kusmalı. Tepeden tırnağa değişmeli.

Başta da, “vizyon” diye gelen ama tarihin en vizyonsuz yönetimi. Holding gibi yönetiyorlar Fenerbahçe’yi. Oysa Fenerbahçe, tabelası olan bir şirket değil; tarihidir, halkıdır, kalbidir.

Şimdi halk suskun. Ama unutmayın, bu topraklarda en büyük fırtınalar sessizlikten doğar. Kandırılacak kimse kalmadı. Ok yaydan çıktı. Yay da kırıldı. O ok bir daha geri dönmez.

♦♦♦♦♦

Başkan? Maça gelmiyor. Neden? Totem. Modern çağda, kulüp yöneticisi stadyumdan korkuyor. İşte Fenerbahçe’nin özeti bu.

VIP’den bakınca dert görünmez. Ama kale arkası kokuyu aldı. Tuz koktu beyler, tuz.

Bu halk dalkavuk sevmez. Yalana tahammülü yoktur.

Adına hem "Fenerbahçe Cumhuriyeti" diyeceksin hem de halkı yok sayacaksın! Bu topraklarda ‘cumhuriyet’le anılan ne varsa, halktan uzaklaştı mı düşer. Düşene para da yetmez, alkış da.

Fenerbahçe yönetimi artık yolun sonunda. Halkın gözünden düşen birini, o göz bir daha görmez.

O yüzden size tek bir söz kaldı: Perde kapanmıştır, ışıklar sönmeden sahneyi terk edin.