Kadıköy'de perde, Mourinho’nun sahneye koyduğu yeni bir oyunla açıldı. Mourinho, Rotterdam’daki ilk karşılaşmanın kırık aynasında gördüklerini unutmamış. O aynada, Feyenoord’un kas gücüne yenilen bir takım vardı. Bu yüzden iki taş oynattı satranç tahtasında. Nesyri’nin yanına İrfan Can değil Jhon Duran; sağ kanat bekte Oğuz Aydın değil Nelson Semedo. Kağıt üstünde aynı diziliş, ama ruhu değiştirilmiş bir düzen. Bu hamle, tıpkı şiddetli rüzgara karşı paltosunun düğmelerini ilikleyen bir adamın kararlılığı gibiydi: Rakibin fizik gücüne göğüs germek.

Rotterdam'da orta sahayı asfalt yapan Feyenoord presi, Mourinho’nun kafasında bir çentik açmıştı. Bu çentikten sızan fikir şuydu: “Önce açığı kapat, sonra bakarsın”. İki orta saha da bu disiplinin taş ustaları gibi, üçlü savunmanın önünde duvar ördü. Fred ve Amrabat, rakip yarı sahaya gitmekten çekinerek oynadı. Mourinho, merkezdeki yangını söndürmek için onları savunmanın önüne zincirlemişti. Topla az buluştular, daha çok gölge gibi gezdiler.

UZUN TOP İNADININ HEDİYESİ

Duvar örüldü, ama bedeli vardı. İlk 25 dakikada topun ilacı, kanatlara ve forvetlerin boynuna yüklendi. İlk 25 dakika, Kadıköy çimlerinde hücum organizasyonu yerine uzun top denemelerinin soğuk tınısı vardı. Yine de, futbolda kimi zaman inatla sürdürülen bir yöntem, bir anlık dalgınlıkla meyve verir. Duran’ın golü, o uzun top stratejisinin gecikmiş hediyesiydi.

Fenerbahçe'nin Feyenoord’a ilk maçta yapmadığı şey buydu: Rakibin savunmasını zorlamak. Ön alan presiyle, uzun toplarla, hataya zorlamak... Üçüncü gol, Archie Brown’un inadı, Fred’in vuruşu ile geldiğinde, bu eksikliğin telafisi tribünlere dalga dalga yayıldı.

Ne var ki oyunun dengesi, 65 ile 80 arasında misafir takıma geçti. Duran’ın kenara geldiği, Talisca’nın oyuna girdiği an... Talisca’nın ayağında kalite vardı ama nefes kısa, adım yorgundu. Feyenoord, Fenerbahçe’yi yarı sahasına itti; bu da Archie Brown’a deniz gibi boşluk açtı. Dördüncü goldeki koşusu, ortası ve En Nesyri’nin ceza sahasında köprü yıkan hamlesi, gecenin sanat eseri oldu.

BİTMEK BİLMEYEN YARA

Tam "bitti" denirken, rakibin iki stoperi Fenerbahçe’nin yan top korkusunu hortlattı. Fenerbahçe savunmasının yan toplara karşı zaf iyeti, bitmeyen bir yaradır. Feyenoord’un iki golü, bu yaranın hala kanadığını hatırlattı. Mert Müldür’ün dalgın anları, savunma taşlarını yerinden oynattı. Bu, şampiyonluk isteyen bir takımın kaldırabileceği bir lüks değil.

Talisca; Fiziken bitik, nefes darlığında ama ayağında hala sihir. Topa ters ayağıyla vurup köşeye göndermesi, bazı futbolcuların kas gücüyle değil, Tanrı’nın onlara bahşettiği dokunuşla yaşadığını hatırlattı. Ama Mourinho’nun dünyasında bu dokunuş yetmez; ter, akciğer, adale ister.

KADIKÖY'DE KURULAN BAĞ

Ama en önemlisi... Kadıköy’deki o gece, tribün-saha arasındaki bağ yeniden kuruldu. İlk 25 dakikanın sönüklüğüne, geriye düşmeye rağmen vazgeçmeyen, oyuncusunu alkışlayan, inanan bir kitle vardı. Bu, sadece bir futbol atmosferi değil; bir toplumsal dayanışma anıydı. Bir kentin, bir kulübün çocukları, sahada ter dökenlerin arkasında durdu. Bu enerji, Benfica karşısında tur atlatmasa bile, yönetimin üzerine titremesi gereken bir miras. Fenerbahçe, bu rüzgarı arkasına alırsa, yalnızca maç kazanmaz. Kendi hikayesini, kendi sokağının dilinde yeniden yazar.

TRANSFER İHTİYACI VAR

Bu takımın hala transfer ihtiyacı var. Bir orta saha, iki kenar oyuncusu, olursa bir de kaleci. Bu, tribünün "yıldız" isteğinden değil, oyunun çok sesli olabilmesi için şart. Mourinho’nun satranç tahtasında daha fazla taş olmalı. Elindeki malzemeyle yapılabilecek en iyi yemeği yapıyor Portekizli usta, ama raflara birkaç yeni malzeme konmadan, mutfakta devrim zor.