Bazı maçlar vardır, saha bir arenadan çok dev bir rüya kapanı gibi işler. O kapanın arasından süzülen umutlar, kimi zaman bir topun sekmesiyle, kimi zaman ayakların ağırlaşmasıyla sızar. Rotterdam’ın soğuk rüzgarında Fenerbahçe’nin orta sahası, bir evin kırık çatısı gibi; üstümüzü örtmüyor, yağmurdan korumuyor, sadece ıslanmayı bekliyor.

Feyenoord’un o baş döndüren ilk 20 dakikası… Sanırsınız ki Hollanda’da çocuklar sütle değil, tempoyla büyüyor. Quinten Timber, Amrabat ve Fred’in sırtına dev bir ayna tutmuş: "Bakın, orta sahada nasıl hareket edilir, nasıl nefes alınır, nasıl yaşam akar?" Timber’in golü, aslında Fenerbahçe orta sahasının kayıp ilanıydı: “Gören var mı?”. Sanki ortada Fred ve Amrabat değil, okul servisini kaçırmış iki çocuk koşuşturuyordu.

Ve ne acıdır ki, Fenerbahçe’nin merkezi öylesine boştu ki, Feyenoord’un iki stoperi, Watanabe ve Ahmedhodzic, kendi ceza sahasından başlayıp Fenerbahçe'nin kalbine kadar, bir köy yolunda yürür gibi elini kolunu sallayarak geldi. Sanki İstanbul’un trafiğinde araç yok, yol bomboş, dilediğince hız yapıyorlar.

♦♦♦♦♦

Fenerbahçe, Feyenoord’un ön alan baskısını uzun toplarla delmeye çalıştı; ama o toplar gökyüzünde buharlaştı. Geriye kalan, topu kaybedip rakibin arkasından nefes nefese koşan, oyunu kovalayan bir takım. Sonra, ilk yarının sonunda Feyenoord yoruldu; sahada nihayet Fenerbahçe belirdi. Rakip sahaya kalabalık gidilen ilk an: Önce Archie kaçırdı, sonra İrfan Can attı, yan hakem adımını milimetrik ölçtü, hayal yine iptal.

İkinci yarı, umut ateşiyle başlasa da... Savunması baştan kurulmuş, bir stoperi yeni çıkma asker gibi iki gün önce takıma katılmış Feyenoord’u baskıya zorlamak gerekiyordu. Jhon Duran’ın oyuna girişi, En Nesyri ile forvetin çiftlenmesi; kağıt üzerinde mantıklı. Ama ne var ki, İrfan Can kenara gelince oyun kurmak, bir anda evin anahtarını kaybetmeye dönüştü. Takım kapının önünde kaldı, içeride ışıltılı bir hayat var ama kimse açmıyor.

Feyenoord, ilk yarıdaki baş döndüren hızını, ikinci yarıda taşıyamadı. Bu, Fenerbahçe’nin kırık kanatlarına can verdi. Kanatlardan gelen ataklar, 86’da Amrabat’ın füzesinin altyapısını hazırladı. Fakat futbolun zalim terazisi, uzatmada gelen golle bir kez daha ibreyi rakibe çevirdi.

♦♦♦♦♦

Şimdi soruyorum: 1.90’lık Oosterwolde ve Archie Brown’un, 1.76’lık Anis Hadj Moussa’ya kafa vurdurması mı daha utanç verici, yoksa penaltı noktasından gelen topu İrfan Can Eğribayat’ın seyreylemesi mi? Tercih zor.

Fred ve Szymanski’nin suda eriyen şeker gibi, hayalet performansına rağmen Fenerbahçe umutlarını Kadıköy’e bıraktı. Belki Kadıköy gecelerinde, tribünlerin coşkusunda başka bir hikaye yazılır. Ama Fenerbahçe, bu orta sahayla ne Avrupa’da, ne ligde, taraftarına tatlı rüyalar gördürebilir. Yönetim ise, Anadolu’nun ağır kağnısı... Harekete geçmek için gökyüzünün renginin değişmesini bekliyor.

Birkaç takviye mi? Elbette. Ama o takviyenin gelişiyle, kaçırılan trenin kaçıncı vagonunda buluşuruz, Allah bilir.

Şampiyonlar Ligi hayali mi? Hâlâ güzel, hâlâ uzak.