On iki yıl… Bir insan ömründe, delikanlılıktan babalığa, öğrencilikten ekmek parasına uzanan koca bir zaman dilimi. Kadıköy’de on iki yıldır çalmayan bir ezgi vardı: Şampiyonlar Ligi müziği. Dün gece o ezgi bir caminin minaresinden yankılanan akşam ezanı gibi semayı doldurdu.
Tribünde oturan binlerce taraftar için bu, bir futbol maçından fazlasıydı. Onlar için bu müzik, yoksulluktan çıkıp bir bayram sofrasına oturmak gibiydi.
Ama sahadaki Fenerbahçe, tribünlerin yüreğinden yükselen o bayram sevincini taşımadı. Çünkü heyecanını kaybeden Fenerbahçe değildi; Mourinho’nun zihninde kurduğu katı mahkeme, bu coşkuyu çoktan hüküm giymiş bir suçlu gibi susturdu.
♦♦♦♦♦
Mourinho’nun kitabı basit: Bir takım, 90 dakika boyunca oyunun tek hakimi olamaz. Ona göre futbol, saat gibi işler; her yarıda 15-20 dakikalık anlarda vites yükseltmek yeterlidir. Bu akıl, kaleyi korumaya, oyunu öldürmeye, golü sadece zorunlu anlarda aramaya programlı.
Pragmatizmi öyle katıdır ki, bir maçı şutsuz tamamlamayı bile erdem sayar. İşte bu yüzden, Kadıköy’ün büyük coşkusunu küçük parçalara böldü, geriye ruhu eksik bir oyun bıraktı. Başarıya ulaştığında bu soğuk plan alkışlanır; başarısız olduğunda ise o planın sahibi tarihin tozlu raflarına bırakılır.
♦♦♦♦♦
71. dakikada Benfica 10 kişi kalınca, Kadıköy’ün aklı hemen başka bir yaraya gitti: Göztepe maçı.
O gün de rakip 10 kişi kalmış, Fenerbahçe akan oyunda kaleyi bulamamıştı. Dün gece tribün, bu defa kendi sahasında, kendi taraftarıyla bu fırsatın altın bir anahtar gibi kullanılmasını bekledi. Tribün coştu, ama Fenerbahçe'nin sahada bir kişi fazla olduğunu anlamak için teleskop gerekiyordu.
İrfan Can Kahveci’nin oyuna girişi, rakip eksildikten 15 dakika sonra oldu. Kadıköy’ün en çok soracağı sorulardan biri de bu: Elinde kilidi açacak anahtar varken neden 86. dakikada sürersin sahaya?
Fenerbahçe’yi rakip yarı sahada görünür kılacak nadir oyunculardan biri, kenarda dakikalarca bekletildi. Bu, yalnızca teknik bir hata değil, futbol aklına vurulmuş bir darbe.
♦♦♦♦♦
Daha vahimi, Jhon Duran ve En Nesyri’nin pasifleştirilmesi. Bu iki futbolcunun da hikayesi ceza saha içinde yazılır. Ama Mourinho’nun düzeninde ikisi de sahnelerini kaybetmiş aktörler gibi. Biri orta sahada rakiple boğuşuyor, diğeri çizgide top kovalıyor. Sistem, en keskin silahlarını kınına sokuyor.
90 dakika boyunca, ceza sahası içinden kaleye çekilen sadece iki şut... Birisi penaltı noktasının gerisinden kafa, öteki yine gerilerden çekilen zayıf bir deneme. Şutlarıyla meşhur Duran, son iki maçta 1 şut çekmiş. O da Benfica kalesine ceza sahası dışından giden cılız bir vuruş. Çift forvet oynamak, Mourinho’nun kitabında hücum cesareti değil; rakibin stoperlerine ve orta sahasına "yerinizden kıpırdamayın" tehdidi.
♦♦♦♦♦
Mourinho’nun maç sonu sözleri ise, siyasetin derin odalarında alıştığımız türden cümleler.
Nasıl ki MHP lideri Devlet Bahçeli bir cümle kurar, sonra günlerce “Aslında ne dedi?” diye tartışılır... Mourinho da Fenerbahçe’nin Bahçeli’si oldu.
Her basın toplantısında bombayı bırakıyor. Mourinho'yu sevenler, "Yok, aslında öyle demek istemedi" diye savunurken, sevmeyenler de, "Yok artık, bunu da mı dedi" diye ortalığı velveleye veriyor. Ama Mourinho'nun Benfica maçı sonrası sözleri, üstü kapalı ama hedefi açık mesajlardı.
Benfica maçı sonrası "Gol atamadık çünkü çözümümüz yoktu" derken sadece takıma değil, transferde ağır kalan yönetime de mesaj yolladı. Hele ki Kerem üzerinden yaptığı kıyaslama…
"Benfica oyuncusunu büyük paralara satabilirdi ama önce sportif duruma baktı. Büyük kulüp gibi davrandı" derken, transferde cimriliğin kitabını yazan Ali Koç’a ince ama derin bir gönderme yaptı.
♦♦♦♦♦
Bir de duran top serzenişi var. Hoca haklı, Fenerbahçe bu konuda çaresiz. Ama o zaman niye hala kornerleri ısrarla Szymanski kullandırırsın?
Takımın takviyeye ihtiyacı olduğu da doğru. Ama yine de, eldeki kadronun potansiyeli, son iki maçın yarım saatini 10 kişi oynayan rakiplere karşı 1 tane bile pozisyon üretemeyecek seviyede mi?
Transferler takımı iyileştirebilir ama Mourinho'nun futbola bakışını düzeltir mi, orası muamma.
♦♦♦♦♦
Kadıköy’deki beraberlik, Benfica’yı hala favori yapmıyor. En Nesyri’nin iptal edilen golü geçerli sayılsa, Fenerbahçe rövanşa altın bir biletle gidecekti. Yine de oyun olarak sarı-lacivertlilerin Benfica’ya ezilmediğini görmek gerek. Tur hala yüzde elli.
Ama unutmamak lazım; Futbol sadece rakamların, istatistiklerin, taktik tahtalarının dili değil. Tribünde on iki yıl sonra çalan o müziği dinleyen taraftar, hayatın bütün yükünü bir gece olsun unutmak için geldi Kadıköy’e.
Mourinho’nun oyunu ise o müziği duymayan bir kulak gibi. Belki de bu yüzden, Fenerbahçe’nin asıl sınavı Benfica’ya karşı değil, kendi içindeki bu sessiz mahkemeye karşıdır.