Haftaya bant daraltması ile başladık.

Bırakın YouTube’u, sosyal medya adreslerine girmeyi; çoluğumuza çocuğumuza bile güçlükle telefon açabildik.

WhatsApp ağır aksak işledi.

Adeta birbirimize ulaşamadık, erişemedik.

Malum; anlık bilgiden de mahrum kaldık.

Bazı ilçelerde örneğin Sarıyer’de yaklaşık 7 saatlik elektrik kesintileri yaşandı.

BEDAŞ’tan “Hizmet noktanızın olduğu bölgedeki arıza için 2 saat içinde enerji verilmesi öngörülmektedir” mesajı geldi.

Saatler geçti, elektrik gelmeyince bir kez daha “2 saat sonra enerji verilecek” dendi.

Resmen ne olup bitti, gecikmeli takip edildi.

Haftanın ilk günü çoğumuz uzun saatler boyunca internet üzerinden banka hesaplarımıza girip işlem yapamadık.

Borsa yine düştü.

Altın yepyeni bir rekora imza attı.

Döviz de uçuşta.

Merkez Bankası politika faizini 250 baz puan indirdi, %40,5’a düşürdü.

Ancak, vatandaşın devlete olan borcuna uygulanan gecikme faizi hala %54.

Hükûmetin enflasyon hedefi ise, yine şaştı.

Orta Vadeli Program’da yıl sonu hedefi 11 puanlık sapma ile %28,5 olarak hesaplandı.

Emeklinin, asgari ücretlinin, memurun; aslında hepimizin zammı ne olacak, daha doğrusu ne olamayacak yine gördük.

Bu ülkede çalışan, üreten, hizmet veren her daim olduğu gibi, hep beraber el ele kaybedecek.

Bunu ben değil, yıl sonu hedefi söylüyor…

Dünyada da yine tansiyon yüksek.

Trump aldığı kararlarda ve hakkındaki davalarla gündemden düşmüyor.

Fransa’da ise meclis, devlet borçlarının artması ve halkın fakirleşmesi nedeniyle hükûmeti düşürdü.

Başbakan Bayrou istifa etti.

Ortadoğu bildiğiniz gibi, yangın yeri.

İsrail durmuyor…

Rus droneları da NATO ülkesi Polonya’ya girdi.

Avrupa kırmızı alarm verdi.

Nepal’de çok karışık, yolsuzluk iddiaları ile başlayan ve sosyal medya yasağı ile devam eden protestoların ardından Başbakan Oli’nin konutu ve parlamento binası ateşe verildi.

Oli, istifa etti.

Dünyada durum böyle.

Ama bizim derdimiz bize yetiyor.

Tam da bu nedenle yaşananları, dünya liderlerinin açıklamalarını, son gelişmeleri uzaktan takipteyiz.

Medyada da taşlar yerinden oynadı. TMSF Can Holding’e ait 121 şirkete el koydu.

Habertürk TV, Show TV, Bloomberg Ht’de o şirketlerin içinde.

Suçlamalar: “suç örgütü kurmak", "vergi kaçakçılığı", "dolandırıcılık" ve "kara para aklama”.

Manifest grubu konserlerinde “hayasızca davranış” ile suçlandı, şarkı söyleyen dans eden genç kadınlar hakkında soruşturma açıldı.

Konser görüntülerine erişim yasağı geldi ve ilk kez düzenlenecek olan Türkiye turneleri de iptal edildi.

Ve yurt dışı çıkış yasağı getirildi.

Yurt dışı demişken; bir gecede Cumhurbaşkanı kararı ile 710 lira olan ülkeden çıkabilmek için ödediğimiz harç pulu düz hesap 1.000 lira yapıldı.

Zam oranı %40,8; 1 yılda %100.

Aynı oranı işçinin, emeklinin, memurun maaşlarında da görmek isteriz!

Bu hafta ne konuştuğumuz belli.

Neyi konuşamadığımız, neleri gündeme alamadığımız da ortada.

Biz CHP’ye kayyum, mutlak butlan kapıda meselesi ile meşgulken;

CHP’lilere saldırıları, liderlerin açıklamalarını, hukuksuzluğu konuşurken; haksızlıklar da dağ gibi büyüdü.

Haftanın muhasebesini yapalım.

Yine başımıza neler geldi?

Canımızı kim yaktı?

Ocaklara düşen ateş ne oldu?

Hatırlayalım…

NE KONUŞTUK?

Gürsel Tekin, “polisle girmem” demişti, 5 bin polis eşliğinde girdi CHP İstanbul İl Başkanlığı binasına.

Polis biber gazı sıktı, kalkanlarını kullandı.

Tekin’e su şişesi fırlatıldı.

Hiç sorun değil.” dedi.

Polis, gazetecilere sert müdahalede bulundu, darbetti, binadan çıkardı.

CHP’li Mahmut Tanal da yaralandı.

Hastaneden fotoğraf paylaştı: “Gözüm yaralı, bedenim darp izleri ile dolu. Bugün bana yapılan, yarın tüm muhalefete ve her özgür yurttaşa yapılabilir.” dedi.

Özgür Çelik ilk gün, il binasından hiç ayrılmadı.

Milletvekilleri başkanlık odasının kapısına barikat kurdu.

Akabinde “Tadilat yapılacak, ilaçlama olacak” dendi ve CHP İstanbul İl Binası’nın taşınacağıaçıklandı.

Sarıyer’deki binanın ise, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in İstanbul’daki çalışma ofisi olacağı duyuruldu.

Açıklamalar ise şöyle:

Özel, “Hapiste canımıza, dışarıda evimize saldırıyorlar.” dedi.

Tekin, “Hiç kimseye pabuç bırakmayacağım, herkes bilsin. Biz kayyum falan değiliz. Kayyum Esenyurt’ta, Şişli’de. Bu bina hepimize yeter. Burada slogan atanların hiçbiri CHP’li değil.” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise “Mahkeme kararlarını tanımamak, hukuk devletine kafa tutmaktır. Sokakların karışmasına asla izin vermeyeceğiz. Bağırsalar da çağırsalar da adalet tecelli edecek.” açıklamasını yaptı.

Bunlar ilk açıklamalar, benzer açıklamalar peş peşe geldi.

Ve Perşembe günü, Ankara’daki 3. Asliye Hukuk Mahkemesi, CHP İstanbul İl Başkanlığı Kongresi’nin iptali davasını esastan reddetti.

CHP’den ilk açıklama “Kayyumun artık görevi yok.” oldu.

Tekin ise, “Biz Çağrı Heyeti olarak görevimizin başındayız. Bırakın işimizi yapalım. Polemiğe girelim derseniz birçok arkadaşımı üzerim.” dedi.

Chp’den ise, ilgili mahkemenin tedbiri kaldırması yönünde talep var.

Dün Silivri’de, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diploma davasının duruşması görüldü.

“Suçum tam olarak nedir?” diye sordu.

Evet, adalet hepimize lazım.

Zor zamanlar… Ve anlaşılan o ki bunlar daha iyi günler…

Tüm bu yaşananlar, milyonlarca kişiye göre fragman.

Eski Genel Başkan Kılıçdaroğlu’na, 15 Eylül’e dair beklentisi soruldu, yine sessiz kalmayı tercih etti.

Sorulara gülümseyip geçti.

Fragman dedik ya, belli ki film Pazartesi vizyonda.

NEYE İSYAN ETTİK?

16 yaşındaki bir çocuk, babasının tüfeğini aldı; İzmir’de polis merkezine saldırdı.

2 polisi şehit etti.

  1. Sınıf Emniyet Müdürü Muhsin Aydemirve Polis Memuru Hasan Akın’ınevine ateş düştü.

Şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine sabır, hepimize baş sağlığı diliyorum.

Ve isyanın en büyüğünü ediyoruz, haykırıyoruz:

Çocuklarımız çetelerin elinde, çocuklarımız silahların gölgesinde büyüyor.

Daha da kötüsü, o tabancaların, tüfeklerin tetiğini çekiyor; can alıyor.

Çocuklarımıza sahip çıkamıyoruz.

Çocukluklarını yaşatmıyoruz.

Aileden, eşten dosttan, televizyon dizilerinden, sosyal medyadan, online oyunlardan, arkadaşlık sitelerinden şiddeti görüyor; şiddet uyguluyorlar.

Evde, iş yerinde, okulda, sokakta, toplu taşıma aracında, bir kafeteryada… Her an, her yerde şiddete maruz kalıyorlar.

Gördüklerini yapıyorlar.

Bu ülkede çocuklar can yakıyor.

Bu ülkede çocuklar can alıyor.

Bu ülkede çocuklar, çocukları; yetişkinleri öldürüyor!

Aile ve Sosyal Hizmetler, Milli Eğitim, İçişleri ve Sağlık Bakanlığı bir an evvel gerçekçi bir programla devreye girmeli.

Ceza ise ceza.

Eğitim ise eğitim.

Tedavi ise tedavi.

Aileye maddi-manevi destek ise destek…

Yalnız bu, öyle müfredata “akran zorbalığı” dersi ekleyerek, okul kapılarına göstermelik polis ekipleri dikerek, okullarda kız-erkek ayrıştırması yaparak olmuyor. Bunu da artık görmeleri gerekiyor.

Bu memlekette yaşayan bir kadın, bir anne, bir vatandaş, bir insan olarak devletimden, hükümetimden, bakanlarımdan çözüm bekliyorum.

Eğer öğretmenlerin, öğrencilerin, sokakta yürüyen genç kadınların, melek gibi çocukların öldürülmesine o gün göz yummasaydınız, bugün polislerin şehit edilmesini konuşmuyor olacaktık.

Bugün şehitlerimiz varsa, hatanın büyüğü kimde be güzel kardeşim?

NEDEN UTANDIK?

Her daim şairin dediğini hatırlıyoruz: “Dünyayı güzellik kurtaracak…”

Sonra dönüp dolaşıp soruyoruz: Hani dünyayı güzellik kurtaracaktı?

Biz milletçe güzel kalpleri kırmayı, iyiliğe kötülükle karşılık vermeyi de biliyoruz, ne yazık ki.

Umutları kıran bir olay yaşandı bu hafta.

Yolda bulduğu cüzdanı karakola götüren bir genç, yaşadıklarını anlattı:

“Karakola gittim, cüzdanı kaybolan şahıs da oradaydı. Cüzdanını verdim, içine baktı. Beni göstererek ‘Benim param eksik, bu şahıstan şikayetçiyim.’ dedi. Parasının tek kuruşuna bile dokunmadım.”

Belki gerçekten de para eksiktir, bilemiyoruz.

Böyle güzel kalpli bir insana, ülkede psikolojiler tamamen bozulmuş haldeyken nasıl bu yapılır, bilemedim.

Bunu yapan adına utandım.

“İyilik yap, kötülük bul”un ete kemiğe bürünmüş hali bu.

Gencecik bir delikanlıya iftira atılması çok acı.

Cüzdanın içindekilerin tamamını da alabilirdi, görmezden de gelebilirdi, “işim var” diyerek hiç uğramayabilirdi.

Muhtemelen bir daha yerde cüzdan görse kafasını ters yöne çevirir.

Haklı da…

Yine başkaları adına utandığımız bir hafta oldu.

NEYE ÜZÜLDÜK?

Bir sahaf, müşterisi ile yaşadığı anıyı paylaştı:

“Bir felsefe öğrencisi gelip, Platon’un Devlet kitabını istemişti. Kitabın üzerinde ‘Eflatun’ yazıyordu. Öğrenci bunu görünce, ‘Hayır ben Platon’un Devlet’ini istiyorum.’ dedi ve kitabı almadı, şoke oldum.”

Eflatun, Platon’un Arapça üzerinden Türkçeye geçmiş adıdır.

İslam dünyasında yazarın eserleri Arapçaya çevrilirken ismi Aflatun/Eflatun olarak kullanılmıştır.

Lütfen yanlış anlaşılmasın; üstenci bir bakışla yorumlamıyorum.

Hepimiz her şeyi bilemeyiz, zaten bilemiyoruz da…

Bu örnek, eğitim sistemimizin ezber üzerine kurulduğunun göstergesi.

Üniversiteyi kazanmak da malum, artık bir başarı göstergesi değil.

Önümüz, arkamız, sağımız, solumuz apartmandan bozma özel üniversitelerle dolu.

Bilmemek değil, öğrenmemek

Ama en çok da öğretmemek ayıp.

Gençler geleceğimiz.

Ama yanlış bir sistemin içine hapsederek bazı gençlerimizi bu hale getirmiş olmamız, üzücü.

CEBİMİZİ NE YAKTI?

Yiyecek, temizlik malzemesi… Her şey ama her şey daha da zamlandı.

Ay başı hesaplara maaş yatınca herkes alışverişini yaptı.

Etiketleri yakalamak imkânsız.

Ama bu hafta en çok da kırtasiye harcamaları cepleri yaktı.

Düşünün; bir defter 400 liradan satılıyor.

Bir kalem, kalemtıraş, silgi ortalama 150 lira.

Küçük esnaf,

“Marketler kırtasiye malzemesi satmasın, kazanamıyoruz, ayakta kalamıyoruz.” diyor.

Ama veliler için de başka yol yok.

Marketlerde defter, kalem, silgi, A4 kâğıdı, boyalar… Hepsi daha uygun fiyata satılıyor.

Kırtasiyede 400 lira etiketli defter, markette 120 lira.

Kalite farkı var mı? Fazlasıyla…

Ancak günün sonunda veli kesesini düşünüyor. Daha sağlıksız ve kalitesiz olsa bile marketten alıyor, kırtasiyeciler de zarar ediyor.

Sonuç ortada: Kimse kazanmıyor!

NEYE ŞAŞIRAMADIK?

İş başvurusunda bulunan genç bir kadın yaşadıklarını anlattı:

“Başvuru yaptım, ‘Cinsiyetiniz ne?’ sorusuna ‘Kadın’ dedim. 30 tane soru çıktı: ‘Evli misiniz? Evcil hayvanınız var mı? Hastalığınız var mı?’” diye sıraladı.

Ardından sistemden çıkıp bir kez daha başvuru sayfasına girdiğini söyledi.

Bu kez cinsiyetini erkek olarak işaretlediğinde, karşısına yalnızca tek bir soru çıktı: “Maaş beklentiniz ne?”

Bu ne şimdi?

Kadınların evli olup olmaması, evcil hayvan sahibi olup olmaması neden bu kadar önemli?

Evli ise çalışamaz mı?

Evcil hayvanı neden sordunuz?

Çocuk varsa zaten genelde işe almak istemiyor işveren ya da patron, müdür her neyse, her kimse…

Kadın hasta olunca sorun oluyor, erkek hastaysa sorun değil mi?

Yıllarca kadınlar iş hayatında ötekileştirildi.

Yıllarca pek çok kurumda, erkeklerden daha titiz çalıştıkları, daha fazla sorumluluk aldıkları halde çok daha az maaş uygun görüldü.

Hala öyle.

Bu kafa, bu anlayış değişecek.

Her iş vereni, yöneticiyi aynı kefeye koymuyorum elbette;

Ancak biz kadınlar bu sorulara da, bu ayrımcılığa da hiç şaşırmadık.

Zira alışkınız.

Ama devran bu.

Dönecek.

Bekleyin.

NEYİ TAKDİR ETTİK?

Bir ticari zekayı.

Dünya labubu çılgınlığının pençesinde.

Hatırlarsınız yazdım; biraz korkunç, biraz sevimsiz, büyük dişleri olanı tüylü bir oyuncak labubu.

Sadece çocukları değil, yetişkinleri de esir aldı.

Çok pahalı ve dünyada stoğu bulunmuyor.

Bunu gören, ticari zekaya sahip bir girişimci harekete geçti.

İstanbul’daki bir pastanede labubu çikolatası üretmeye başladılar.

Ufacık çikolata 300 lira.

Tahmin edin ne oldu? Kısa sürede tükendi.

300 lirayı veren çok oldu, hatta birden fazla alan da…

İçinde kakao, yağ, süt, şeker var; bildiğiniz çikolata yani.

İşte budur.

Aklını kullanan kazanır.

Aynı pastane bir döneme damga vuran Dubai çikolatasını da üretti; kapıda kuyruk oluyordu.

O dönem de iyi kazandılar.

Valla takdir etmemek elde değil.

Bu hafta “Neye güldük?” başlığı yok, fark ettiniz mi?

Siz neye güldünüz bilmiyorum ama gerçekten de içten bir şekilde gülemedik gibi geliyor bana.

Bir olay, bir durum aradım, bulamadım.

Hayat damarlarımızdan adı ‘sevinç’ olanı da yok edildi sanki.

Umut mu?

Perşembenin geleceği Çarşamba’dan belli zaten.

Can yanmasın derdindeyiz en azından.

Her gün her kesimden birilerinin canı gerçek anlamda acıyor; ülkede hayatta kalmak zor.

Ve biliyorsunuz okullar açıldı.

Öğrenciler sıralarında.

Ama sıralarına bir daha hiç oturamayacak olanlar var.

Düşününce kalbi dağılıyor insanın:

12 yaşındaki İrem, 17 yaşındaki Ahmet, 15 yaşındaki Hilal, 16 yaşındaki Emir, Emir’in yaşı Hiranur, 6 yaşındaki Sami Yusuf, 17 yaşındaki Yaren, 12 yaşındaki Eyüp Can, 15 yaşındaki Davut, 7 yaşındaki Yağız, 2 yaşındaki Duru, 9 yaşındaki Doruk, 16 yaşındaki Turhan, 15 yaşındaki Mattia Ahmet olması gereken yerde değil.

Ne güldürebilir ki yüzümüzü?

Yine de yazayım: Yeni hafta güzellik, eşitlik, adalet ve mümkünse huzur getirsin.