Bir şık daha var: Hepsi.

Çiftçi zararda, masraf altında ezildi, toprağa küstü.

Tarım can çekişiyor.

Hayvancılık kazandırmaz oldu.

Besicinin bankaya borcu katlandı.

Turizm cennetinde otelciler isyan bayrağı çekti.

Özellikle tatil bölgelerindeki esnaf, son çare dükkanın camını, çerçevesini, kapısını, eşiğini sirkeli su ile yıkadı.

Gerçekler acı.

“Nazar” olmadığı için bir türlü çıkmadı, yani sirkeli su, dualar, dilekler de işe yaramadı.

Epistemolojik kopuşa girdiğimiz günden beri rasyonel zemine bir türlü dönemedik. Orada kaldık, kıpırdayamadık.

Bir takım “flasyon”larla tanışıp, kaderimize razı olduk.

Günün sonunda: Enflasyon canları da cepleri de cayır cayır yakıyor.

Gerçekçi bir ekonomi politikası yürütülmemesinin, alınmayan önlemlerin, vergi ve cezalarla ekonomiye can verme hevesinin faturası hepimize kesiliyor.

Üreten de tüketen de, hizmet veren de, emekli de, öğrenci de herkes hep beraber kaybediyor.

Hadi şimdi de tekstile pencere açalım.

Tekstilde Çıkmaz Sokak

Tekstilde alarm zili çalalı çok oldu. Oysa, daha ilkokul sıralarında 3 tarafı denizle çevrili cennet vatanımızın; tarım, hayvancılık ve tekstil ülkesi olduğunu öğrendik. Başta da değindim; o günler mazide kaldı.

Çukurova pamuğun başkenti.

Çiftçi kazanamayınca ekmez oldu, bir umut eken de; önce mazot, gübre, ilaç, işçi yevmiyesi, banka kredisi, faturalara direndi. Ardından, tarımsal kuraklık kapıyı çaldı.

Yeteri kadar sulanamayınca pamuk da kurudu. Rekolte düştü, zarar büyüdü.

Pamuk demek; iplik demek.

İplik demek; tekstilin ham maddesi demek.

Tekstil demek; iç ve dış piyasada talep, talebin doğurduğu arz yani kazanç demek.

Pamuk ipliği üreticiliğinde zirveyi kaptırdık.

ABD, Çin ve Hindistan’ın gerisindeyiz.

İşte böyle…

İlmek ilmek işlenen bir sektörde artık alarmın rengi kırmızı.

90’lardan itibaren dünya çapında tanınan dev markalara üretim yapıyoruz.

Oysa; Sümerbank özelleştirilmeden, başta Bursa ve Denizli’deki büyük, orta, küçük ölçekli tekstilci vazgeçmeden; Euro kuru bu denli can yakmadan, “kalite” hâlâ revaçtayken, işçilik maliyetleri uçmamışken gerçek bir tekstil ülkesiydik.

Şimdi, fason olarak ayakta kalmaya çalışıyoruz.

Orada da durum kritik. Çin, Pakistan ve Hindistan daha ucuz üretim yaparak rekabeti kızıştırdı.

Bir de şu var: ABD’ye yönelik gümrüksüz ihracatta avantaj sağlaması dolayısıyla; 2007’de yürürlüğe giren Serbest Ticaret Anlaşması ile Türk tekstil firmaları Mısır’da yatırım yapar oldu.

“Tekstilde İş Kanunu Değişmeli”

Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği acı tabloyu gözler önüne serdi.

Hazır giyim resmen 35 yıl geriye düştü.

Dünya ticaretindeki payı yüzde 3’ün altına inen hazır giyimde, yıl sonunda 2 milyar dolarlık üretim kaybı ve 63 bin kişilik istihdam düşüşü bekleniyor.

Yılın ilk yarısında 3 bin firma kapandı.

Kepenkler indi.

Merterli sanayici ve ekonomist Dr. Timur Bozdemir, "Esnafımız bu halde iken birileri Mısır'a yatırım için kurdele kesiyor. Sektörün sesi olması gerekenler nerede? Sadece Merter değil Laleli eriyor, Osmanbey adeta bitti" diyor.

Çözüm önerisi ise:

“İş kanunu değişmeli. Mevcut kanun, eski sisteme ve eski dünyanın şartlarına uyumlu. Örneğin işçi ile işveren arasında sözleşme yapma özgürlüğü yok. Bu nedenle mal ve hizmet üretimi artmıyor, dünyayla rekabet edemiyoruz. Eğer iş kanunu değişirse, Türkiye’nin üretimi hemen yarın yüzde 30 artar.”

Bozdemir, Merkez Bankası’nın da atması gereken bir adım olduğunu vurguluyor.

“4. maddesi revize edilmeli. Çünkü MB, her ne olursa olsun yalnızca enflasyonu düşürmeyi hedefliyor. Bunun yerine ülke refahını artırmaya yönelik çalışmalar yapılmalı.”

Acı Bilanço: Etiketler Cep Yakıyor

Durum böyle olunca etiket de kabarıyor.

Sofrasına kirazı, karpuzu koyamayanlar; gardırobuna da sağlam bir kaban, yumuşacık bir gömlek asamıyor.

Hadi, etiketlere yakından bakalım.

Bir de neden alışveriş için komşuya, hatta Avrupa’ya gittiğimizi konuşalım…

Okul Alışverişi, Epistemolojik Kopuş Gerçeğine Çarptı

Yeni formalar alındı, alamayanlar da oldu.

Eksikler peyder pey tamamlanacak.

Öğrenciler, hafta sonu kurslara gidecek ve yeni kıyafet şart.

Kiminin hırkası eskidi, kiminin yağmurluğa ihtiyacı var. Çocuğun ayak numarası büyüyor. Pantolonunun paçası kısalıyor. Bir yıl önce giydiği gömleğin kolları bilekten yukarıda kalıyor, dar geliyor.

Mecburen kredi kartına taksit yaptırılıyor.

Forma, ayakkabı, bir kaç eşofman takımı, mevsimlik tişörtler, pantolon, etek, çorap, okul çantası ortalama 15-20 bin lira.

Farkındaysanız mont, bot fiyatlarına girmedim.

Aslında yalnızca çocuklar değil; bizler için de mevsim değişirken ihtiyaç listesi oluştu. Malum; sonbahara girdik, akşamları serin. Triko sezonu açılıyor.

Eski olan ise maalesef bir yere kadar giyiliyor, yenisi bazen şart oluyor.

Kaldı ki ihtiyaç olmasa dahi insan bazen “Yıllardır çalışıyorum, şunu da alamayacak mıyım?” diye kendi kendini sorguya çekiyor.

Yani; alışverişin yolu görünüyor.

Giyinmek de Lüks Oldu

İnternet alışverişi biraz daha kese dostu. Tabii, ürün ve hangi markaya ait olduğuna göre etiket değişiyor.

“Kalite” fiyatı belirliyor fakat fiyat algısı alt üst.

Mağazalara gittiğimizde her birimiz, her reyonun önünde istisnasız bir kere “yok artık” diyoruz.

Çünkü; talebin fazla olduğu orta sınıf mağazalarda bile mevsimlik montların fiyatı 4-5 bin liradan başlıyor. Kabanlar 3-10 bin lira arasında satışta.

Gömlekler de ateş pahası.

Ayakkabı, bot yine 10 bin lirayı zorluyor.

Türkiye’de durum bu.

Bulgarlar Edirne’ye uğramaz oldu. Gürcüler de ayağını Artvin’den kesti. Bu defa biz kapıya dayandık.

Biliyorsunuz; Yunanistan’a alışveriş turları düzenleniyor. Özellikle market raflarını boşaltan Türkler oluyor.

Neden? Çünkü; zeytin, zeytinyağı, peynir, şarküteri ürünleri, un, şeker, kahve, temizlik malzemeleri, kozmetik ürünler her şey ama her şey memleketimizden çok daha uygun fiyata.

Hatta; yeni evlenecek çiftlerin çoğu elektronik eşyalarını almak üzere özellikle sınıra komşu Dedeağaç’a koşuyor.

Bulgaristan sınırında da Svilengrad alışverişin adresi…

Türkler bunu kazıklanmamak için yapıyor.

Yani; anlayacağınız, vizesi olan için yurt dışında alışveriş daha ucuza geliyor.

Avrupa’nın En Pahalı Şehrinde Alışveriş Nasıl Ucuza Gelir?

Bir süre İngiltere’de kaldım. Hatırlayacaksınız; daha önce de market fiyatlarını kıyasladım. Kira, yaşam maliyetlerini anlatan bir yazı yazdım.

Ben orada yalnızca kıyafet değil; evin tüm ihtiyaçları için alışveriş yapmayı tercih ediyorum.

Lütfen yanlış anlaşılmasın; artık parası çok olan değil, hesap kitap yapan, kesesini düşünen yurtdışından alışveriş yapıyor.

Etiketler de hep “back to school” yazıyor. Yani, öğrenciler okula dönüyor diye ayakkabı, çanta, sweatshirtler, eşofman, elbise, gömlek ve pantolonlarda indirim yapılmış. (Bizde göstermelik bir kaç reklam gördüm ama etiketin dili ‘indirim’ demiyor.)

AVM’leri, önceki sezon ürünlerinin satıldığı adresleri ve Londra’nın alışveriş caddesindeki dünyaca ünlü lüks mağazaları ve her sokağında olan charity shopları (hayır kurumu için satış yapılan ikinci el mağazası) gezdim. Fiyat araştırması ve alışveriş yaptım.

Dünya markası bir spor çanta 65 pounddan 27,29 pounda düşmüş.

Ayakkabı bot 70 pound.

9,90’a kot pantolon var.

Lüks markalarda ortalama fiyat 40 pound.

Yalnızca dünya markalarını satan çok bilindik bir mağazada fiyatlar böyle.

Montlar 35-70-250 pound.

Tişörtler 10-20 pound.

Çocuk kıyafetlerinden vergi alınmıyor ülkede. O nedenle daha da ucuz.

Pijamalar, eşofman takımları, uyku tulumları, şortlar, tişörtler ortalama 3-8 pound arasında satışta.

Spor ayakkabılar 20-25 pound civarı etiketlenmiş durumda.

Düz hesap her şeyi 55 ile çarparak aldım. Yine de Türkiye’den ucuza geldi.

Ülkede, ikinci el alışveriş de inanılmaz yer kaplıyor. Bizde de son yıllarda talep var. Özellikle online siteler üzerinden satış yapılıyor.

Fakat bu kadar uygun fiyatlara rastlanmıyor.

Kazak 7 pound.

Gömlek bilindik iyi markalar 10 pound.

2 pounda güneş gözlüğü var mesela.

“İkinci el” dediğime bakmayın; çoğu kullanılmamış, etiketi üzerinde.

Okul çantaları 3-10 pound.

Ayakkabı 4,50-20 pound arası.

Elbiseler ortalama 14,50 pounddan satılıyor.

‘Made in Turkey’ Acısı: Türkiye’de 10 Bin TL, Londra’da 5 Bin TL

Şöyle bir uzaktan bakınca tablo, etiket, gerçek böyle…

En acısı ise şu: “Made in Turkey” yazan kıyafet orada daha ucuz.

Ya da hammaddesi Türkiye’den giden ürünler raflarda uygun fiyata satışta.

İnanılmaz.

Dünyanın ikinci, Avrupa’nın en pahalı şehrinde bile alışveriş yapmak biz Türkler için daha ucuza geliyor…

Kendi memleketimizde bir spor ayakkabıya 10 bin lira verirken; aynı ayakkabı oradan yarı fiyatına yani 5 bin liraya alınabiliyor.

Özetle; her şeyi 50-55 ile çarptığımız memleketlerde alışveriş yapmak daha ‘ucuz.’

Takke önümüzde, oturup uzun uzun ve detaylıca düşünmek gerekiyor.

Şimdi soralım:

Coğrafya mı kader? Yoksa hükümetin ekonomi politikaları mı, Hazine ve Maliye Bakanı mı? Hepsi mi?